TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2016-2 Cilt 73 Tüm Dergi TBHEB 2016-2 Vol 73 Full Printed Journal Murat DUMANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.80008 Sayfalar 98 - 198 Makale Özeti |Tam Metin PDF |
EDITÖRE MEKTUP | |
2. | Tayland’daki insan brusellozisi: Rapor edilmiş vakaların özeti Human brucellosis in Thailand: reported cases summary Joob Beuy, Viroj Wiwanitkitdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.10846 Sayfalar 99 - 100 Makale Özeti |Tam Metin PDF |
ARAŞTIRMA | |
3. | Konya’da Ekim 2008 - Şubat 2010 tarihleri arasındaki çocukluk çağında toplum kökenli pnömoni tanısı ile hastaneye yatırılan hastalarda bakteriyel ve viral etkenlerin insidansı ve klinik özellikleri Clinical characteristics and incidence of bacterial and viral pathogens in patients hospitalized with community acquired pneumonia in childhood in Konya between October 2008 and February 2010 Sadiye Sert, Melike Emiroğlu, Uğur Arslan, Osman Koç, Rahmi Örsdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.86547 Sayfalar 101 - 110 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada; toplum kökenli pnömoni tanısı (TKP) ile hastaneye yatırılan hastalarda bakteriyel ve viral etkenlerin insidansı ve klinik özellikleri araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ekim 2008-28 Şubat 2010 tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Poliklinikleri ve Çocuk Acil Servisine başvuran ve yatırılarak tedavi edilmesi gereken, başvurudan 48 saat öncesine kadar antibiyotik kullanmayan, klinik olarak TKP tanısı olan, yaşları 1 ay ile 16 yaş arasındaki toplam 91 hasta çalışma kapsamına alındı. Bu hastaların demografik ve klinik özellikleri kaydedildi. Hastane başvurusu esnasında tam kan sayımı, eritrosit sedimantasyon hızı, C-reaktif protein, prokalsitonin, kan kültürü için kan numuneleri ve viral etiyolojiyi gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile saptamak amacıyla nazofaringeal aspirat numuneleri alındı. Tüm hastaların PA akciğer radyografileri kontrol edildi. BULGULAR: Hastaların %24,2 (22/91)’sinde pnömoni etkeni saptanırken, %75,8 (69/91)’inde herhangi bir pnömoni etkeni saptanamadı. 91 hastanın 11 (%12,1)’inde viral enfeksiyon, dokuzunda (%9,9) sadece bakteriyel enfeksiyon, üçünde (%3.3) viral koenfeksiyon, ikisinde (%2,2) hem virus hem de bakteri vardı. Virus tespit edilen 11 hastanın yedisinde Parainfluenza (PIV) 2, ikisinde PIV 3, birinde adenovirus, ikisinde hem PIV3 hem adenovirus, birinde hem PIV2 hem de PIV3 tespit edildi. Hastaların hiçbirinde RSV, PIV1, hMPV saptanmadı. Bakteri tespit edilen 11 hastanın beşinde Stafilokokus epidermidis, ikisinde S. saprophyticus, birinde S. shominis, birinde S. capitis, birinde S. sobrinus ve birinde S. mitis tespit edildi. Hastaların ikisinde de viral-bakteriyel karma etken olduğu saptandı. Klinik olarak pnömoni tanısı alan 91 hastanın 59 (%64,7)’unda radyolojik olarak pnömoni varlığı belirlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız TKP’de viral etkenlerin etiyolojik etkisini gösterdi. Parainfluenza virus 2 tüm yaş gruplarında en sık tespit edilen viral etkendi. Viral enfeksiyonların etiyolojik tanılarının iyileştirilmesi ile gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınılabilir. Sonuçlarımızı doğrulamak için daha kapsamlı ve randomize kontrollü çalışmalara gereksinim vardır. INTRODUCTION: It was aimed to investigate clinical characteristics and incidence of bacterial and viral pathogens in patients who were hospitalized with the clinical diagnosis of community acquired pneumonia (CAP). METHODS: In this study 91 patients at the ages between one month and six years who required hospitalization and were admitted to pediatrics clinics and pediatric emergency services of the Selçuk University Meram Medical Faculty, and also who did not use antibiotics for 48 hours before hospital admission and had the clinical diagnosis of CAP were investigated from October 2008 to February 2010. Demographic and clinic characteristics of the patients were recorded. Blood samples for complete blood count, erytrocyte sedimentation rate, C-reactive protein, procalcitonin, blood culture and nasopharyngeal aspirate samples for detection of the viral etiologies by real time polymerase chain reaction (RT-PCR) were taken at the time of hospital admission. Initial posteroanterior (PA) chest X-rays of all patients were checked. RESULTS: The agents of pneumonia were detected in 24.2% (22/91) but not in 75.8% (69/91) of our patients. Of 91 patients, 11 (12.1%) were positive for viral infections, 9 (9.9%) were positive for only bacterial infections, 3 (3.3%) had viral coenfection, 2 (2.2%) were positive for both viral and bacterial infections. Out of 11 viral positive patients, 7, 2, 1, 2, and 1 patients were detected to have parainfluenza virus (PIV) 2, PIV 3, adenovirus, both PIV 3 and adenovirus, both PIV 2 and PIV 3, respectively. RSV, PIV 1 and human metapneumovirus (hMPV) were not detected in any of cases. Out of 11 bacteria positive patients, 5, 2, 1, 1, 1, and 1 patients were detected to have Staphylococcus epidermidis, S. saprophyticus, S. hominis, S. capitis, S. sobrinus and S. mitis. Also mixed viral-bacterial agent presence were detected in 2 (2.2%) of our patients. Out of ninety one pneumonia patients those having their diagnosis clinically, 59 (64.7%) had radiological signs. DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study demonstrated the etiological influence of viral agents in CAP. Parainfluenza virus 2 was the most common viral agent among detected viruses in all age groups. Improving the etiological diagnosis of viral infections may avoid unnecessary the use of antibiotic. Further comprehensive and randomized controlled studies are needed to confirm our results. |
4. | Formik asidin insan lenfositleri üzerindeki in vitro genotoksik ve sitotoksik etkisi Genotoxic and cytotoxic effects of formic acid on human lymphocytes in vitro Pınar Aksu, Gökhan Nur, Süleyman Gül, Ayşe Erciyas, Zeynep Tayfa, Tülay Diken Allahverdi, Ertuğrul Allahverdidoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.82621 Sayfalar 111 - 120 GİRİŞ ve AMAÇ: Formik asit, bitkiler, arılar, toprak, araçlar, gübre yanması ve fotokimyasal reaksiyonlar gibi çeşitli kaynaklarca üretilen ve çevrede yaygın olarak bulunan kimyasal bir bileşimdir. Mevcut çalışma, insan lenfositlerinde sitokinez-blok mikronükleus tayini ve kromozomal aberasyon analizi gibi sitogenetik testler kullanarak formik asidin sitotoksik ve genotoksik etkilerinin in vitro analizine odaklanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma 18-22 yaş arası 10’u erkek, 6’sı kadın sağlıklı, sigara kullanmayan yetişkinlerinden kan örnekleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Lenfosit kültürüne kromozomal aberasyon (CA) testi için formik asidin farklı konsantrasyonları (0,07, 0,1, 0,2, 0,3, 0,4, 0,5, 0,8 mM) eklendi. Pozitif kontrol olarak mitomycin-C (0,3 μg/ml) kullanıldı. Sitokinez-blok mikronükleus tayini (CBMN) için, insan periferik kan lenfositleri 20, 40, 60, 80 mM derişimde formik asitle 48 saat işleme tabi tutuldu. Lenfosit kültürüne, pozitif kontrol olarak mitomycin-C (0,50 μg/ml) eklendi. Bu araştırma, sitokinezblok mikronükleus tayinini (CBMN) ve kromozomal aberasyon (CA) analizini kullanarak in vitro insan periferal lenfositlerinde formik asidin sitotoksik ve genotoksik etkilerini değerlendirmek için yapılmıştır. BULGULAR: Pozitif kontrol olarak kullanılan mitomisin C (MMC, 0,5 μg/ml) ile negatif kontrol karşılaştırıldığında formik asitin tüm dozları mikronükleus frekansını belirgin bir düzeyde arttırdığı gözlenmiştir. Pozitif kontrol olarak kullanılan mitomisin C (MMC, 0,3 μg/ml)’nın negatif kontolle karşılaştırıldığında formik asidin 24 saatte tüm uygulama derişimlerinde, kromozomal aberasyonların sıklığını belirgin bir şekilde arttırdığı gözlenmiştir. Mikronükleus sıklığı ve kromozomal aberasyonlar, doza bağımlı olarak artmıştır. Sonuçlar formik asit konsantrasyonu, mikronükleus frekansı (r=0,92), nekrotik hücrelerin sayısı (r=0,95) ve apoptotik hücreler (r=0,91) arasında anlamlı korelasyonların var olduğunu göstermektedir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Verilerimiz, in vitro olarak formik asit konsantrasyonu ve mikronükleus frekansı, apoptotik hücreler ile nekrotik hücreler gibi kromozomal aberasyonlar arasında anlamlı bir korelasyon olduğu kanıtını sağlamıştır. INTRODUCTION: Formic acid is an ubiquitous chemical constituent in the environment, being produced by sources as diverse as vegetation, ants, soil, vehicles, biomass burning, and photochemical reactions. The present work is focused on in vitro analysis of cytotoxic and genotoxic effects of formic acid, using cytogenetic tests such as the cytokinesis-block micronucleus assay (CBMN) and chromosomal aberration analysis, in human lymphocytes. METHODS: This study was carried out using blood samples from healthy, non-smoking adults aged 18–22 years, of whom 10 were male and 6 were famale. Different concentrations (0.07, 0.1, 0.2, 0.3, 0.4, 0.5, 0.8 mM) of formic acid was added to the lymphocyte culture test for chromosomal aberration (CA) analysis. Mitomycin-C (0.3 mg/ml) was used as the positive control. Human peripheral blood lymphocyte cells were treated with 20, 40, 60, 80 mM concentrations of formic acid for 48 h. for the CBMN test. Mitomycin-C (0.5 mg/ml) was added to the Lymphocyte culture as a positive control. The present research was carried out to assess the cytotoxic and genotoxic effects of formic acid on human peripheral lymphocytes in vitro using the cytokinesis-block micronucleus assay (CBMN), as well as chromosomal aberration (CA) analysis. RESULTS: A significant increase was observed for induction of micronucleus frequency in all treatments of formic acid concentrations for 48 h. comparing with the negative control and mitomycin C (MMC, 0.5 μg/ ml) which was used as positive control. When compared with negative control and with mitomycin C (MMC, 0.3 μg/ml) which is used as positive control, it is observed that formic acid is rising the frequency of chromosomal aberration significantly at all appliance concantrations in 24 h. The frequency of micronuclei and chromosomal aberrations increased in a dose dependent manner. The results showed that there were significant correlations between formic acid concentration and micronuclei frequency (r= 0.92), numbers of necrotic cells (r= 0.95), and apoptotic cells (r= 0.91). DISCUSSION AND CONCLUSION: Our data provided evidence that there is a significant correlation between the concentration of formic acid and the following chromosomal aberrations: frequency of micronuclei, apoptotic cells, and necrotic cells in vitro. |
5. | Sinop ilindeki hamsi ve zargana balıklarından Vibrio spp. izolasyonu ve karakterizasyonu Isolation and characterization of Vibrio spp. from anchovy and garfish in the Sinop province Cumhur Avşar, İsmet Berber, Ahmet Kenan Yıldırımdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.58815 Sayfalar 121 - 130 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, Sinop İlindeki balıkçılardan temin edilen hamsi ve zargana balık örneklerinden izole edilen Vibrio türlerinin karekterizasyonu ile bu izolatların antibiyotik dirençlilikleri, plazmid DNA ve SDS-PAGE (sodyum dodesil sülfat poliakrilamid jel elektroforezis) toplam hücre protein profillerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Balık örnekleri taze olarak alınmış, buz üzerinde korunarak laboratuvara getirilmiş ve hemen analize alınmıştır. Balık örnekleri 25 g tartılarak zenginleştirme amacıyla %3 NaCl içeren steril alkali peptonlu su (225 mL) besiyerine ilave edilmiş ve 37 OC’de 18-24 saat inkübasyona bırakılmıştır. İnkübasyon sonrası Tiyosülfat Sitrat Safra Sükroz (TCBS) agar besiyerinde gelişen sarı, yeşil veya mavi-yeşil koloniler Tripton Soya Agar (TSA) besiyerine ekilmiş ve izolatların daha sonraki tanımlaması için bir gece süreyle inkübe edilmiştir. İzolatlar morfolojik, fizyolojik ve biyokimyasal testlere göre tanımlanmıştır. Bunlara ek olarak izolatların yedi farklı antibiyotiğe karşı dirençliliği disk-difüzyon yöntemiyle belirlenmiştir. Ayrıca, izolatların SDSPAGE hücresel protein ve plazmid DNA profilleri de çıkartılmıştır. BULGULAR: Toplam 44 adet balık örneği Vibrio türlerinin belirlenmesine yönelik çalışılmış ve morfolojik, biyokimyasal özellikleri yönünden incelenmiştir. İnceleme sonucunda; 12 adet Vibrio spp. belirlenmiştir. İzolatların, seftazidime %66,6, gentamisine %25, tetrasikline %16,6, seftriazona %91,6, amikasine %16,6, ofloksine %25 ve penisilin G’ye %58,3 oranında antibiyotik dirençlikleri saptanmıştır. Ayrıca, test edilen izolatların MARI (Çoklu Antibiyotik Dirençlilik İndeks) değeri 0,41 oranında bulunmuştur. Vibrio spp. izolatlarının SDSPAGE toplam hücre protein profillerine göre oluşturulan nümerik analiz %80 ve üzerinde benzerlik seviyesinde iki temel küme oluşturmuştur. Vibrio spp. izolatların tümünde 1-4 plazmid DNA (1590 - 27000 bp aralığında) tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, balıklar yakalandıktan sonra yeterince dondurularak, pişirilerek ve uygun şartlarda depolanarak; ayrıca paketleme esnasında çapraz bulaşlara engel olunarak mikrobiyal enfeksiyonların önlenebileceğini söylemek mümkündür. Ayrıca, bakterilerden dolayı kıyı sularında meydana gelen bulaşlar, deniz suyu kaynaklarının kalitesinde düşüşlere ve bu yolla da insan sağlığında riske ve ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Çalışmamız, sağlık için potansiyel risk olabilen ve balıklardan izole edilebilen, antibiyotiklere dirençli Vibrio spp. suşlarının varlığını göstermektir. INTRODUCTION: In this study it was aimed to characterize the Vibrio species isolated from anchovy and garfish samples obtained from fishermen and to determine the antibiotic resistances, plasmide DNA and SDS-PAGE (sodium dodecyl sulphate polyacrylamide gel electrophoresis) whole cell protein profiles of these isolates. METHODS: The fish samples were taken as fresh, kept in ice during transport to the laboratory and immediately taken for analysis. The fish samples weighed as 25 grams were added into 225 mL of sterile alkaline peptone water supplemented with 3% NaCl broth for enrichment purpose and incubated at 37 OC for 18 to 24 hours. After incubation, yellow, green or blue-green colonies growing on Thiosulphate Citrate Bile Salt Sucrose (TCBS) agar were subcultured on Triptone Soya Agar (TSA) and incubated overnight for further identification of the isolates. The isolates were identified according to morphological, physiological and biochemical tests. Moreover, the resistances against seven different antibiotics of isolates were determined by disk-diffusion method. In addition, the SDS-PAGE cell protein and plazmid DNA profiles of isolates were determined. RESULTS: Totallly 44 fish samples were tested for determining Vibrio species and were analyzed according to their morphological, biochemical properties. At the end of the analysis; 12 Vibrio species were determined. The isolates were resistant against to ceftazidime 66.6%, gentamisine 25%, tetracycline 16.6%, ceftriaxone 91.6%, amikacine 16.6%, ofloxacine 25% and penicillin G 58.3%. In addition, The MARI (Multiple Antibiotic Resistance Index) values of tested strains were found at the rate of 0.41. The numerical analysis of SDS-PAGE whole-cell protein profiles of Vibrio spp. isolates revealed two major clusters at similarity levels of 80% and above. The 1-4 plasmide (range 1590 - 27000 bp) in all of the isolates were determined. DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result, it is possible to say that microbial infections can be prevented by adequate freezing and cooking, proper storage and processing after harvesting and avoidance of cross-contamination during fish handling. In addition, the coastal contamination due to bacteria leads to decline in the quality of seawater resources and so leads to risks to human health and economic losses. Furthermore, our study indicated that the presence of antibiotic resistant Vibrio spp. strains isolated from fishes might be potential risk for health. |
6. | 2013 yılında Muğla ili Marmaris ilçesinde görülen Staphylococcus aureus enterotoksin kaynaklı gıda zehirlenmesinin değerlendirilmesi Evaluation of food poisoning of Staphylococcus aureus enterotoxin source in 2013 in the Marmaris district of Muğla, Turkey Celal Tutuş, Demet Börekçi, Gürcan Parcıklı, Fehminaz Temel, Mustafa Bahadır Sucaklıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.79847 Sayfalar 131 - 138 GİRİŞ ve AMAÇ: Aynı yemek firması tarafından verilen öğle yemeği ve akşam yemeği sonrası iki okuldaki öğrenciler ile 17 işyerindeki işçilerden oluşan toplam 116 kişi; bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishal şikâyetleri ile 23 Aralık 2013 tarihinde, Muğla İli Marmaris Devlet Hastanesi’ne başvurmuştur. Bu çalışma; zehirlenmenin bulaş yollarını ve olası kaynak ya da kaynakları belirlemek ve kontrol önlemlerini uygulamak için yapılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: vaka olarak “23 Aralık 2013 tarihinde söz konusu 17 işyeri ile iki okulda bulunan ve bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal, ateş semptomlarından en az biri görülen kişi” olarak tanımlanmıştır. Olası vaka ise şüpheli vakalardan “kusma veya ishal şikâyeti olan kişiler” olarak kabul edilmiştir. Kontroller, aynı okul/işyerinde bulunan belirtilen semptomları olmayan kişiler arasından seçilmiştir. Çalışmada, işyerlerinde ve okullarda toplam 213 (100 vaka, 113 kontrol) kişi ile yüz yüze görüşülüp anket uygulanmıştır. Analizler 77 olası vaka, 100 şüpheli vaka ve 113 kontrol grubu üzerinden yapılmıştır. Gaita örnekleri, yemek üretim firmasının mutfak araç ve gereçlerinden sürüntü, gıda ve su örnekleri alınmıştır. Ayrıca gıda elleyicilerinden alınan örnekler Staphylococcus aureus açısından incelenmiştir. BULGULAR: Vakaların, 23 Aralık 2013 Pazartesi günü öğle yemeği yenmesinden sonra ortaya çıktığı saptanmıştır. Aynı gün verilen yemek menüsünde; tavuk döner, pilav, mantar çorbası, salata ve ayran olduğu belirlenmiştir. İlk vaka; Muğla İli Marmaris İlçesi Merkez Devlet Hastanesi’ne aynı gün içinde saat 12: 30’da bulantı, kusma şikayetleri ile başvurmuştur. Vakalarda en sık görülen semptomlar sırasıyla; bulantı, karın ağrısı, kusma, ishal ve yüksek ateştir. Atak hızı %16 olarak belirlenmiştir. Zehirlenme eğrisi tek kaynaklı olduğunu göstermiştir. Vaka ve kontroller yaş ve cinsiyet açısından benzer bulunmuştur. Vakaların %96 (74/77)’sı ve kontrollerin %32’sinin (37/113) yemekte tavuk döner yediği saptanmıştır (TRR – tahmini rölatif risk): 50 %95; Güven Aralığı: 14-171). Mantar çorbası ve salata kontrol TRR – tahmini rölatif risk): 50 %95; GA-güven aralığı: 14- 171 edildiğinde (37/113) ise vakalarda kontrollere göre tavuk döner yeme TRR 34 kat (TRR ayar – Ayarlı tahmini rölatif risk = 34, %95 GA= 8,8-129,7) bulunmuştur. İl Gıda Kontrol Laboratuvarında değerlendirmesi yapılan tavuk dönerinde stafilokok enterotoksini tespit edilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Marmaris İlçesi’nde görülen zehirlenmeye tavuk dönerde saptana S. aureus enterotoksininin sebep olduğu görülmüştür. Araştırmada bulaş kaynağı gösterilememiştir. Yemek firması tarafından kontrol ve koruma önlemlerin alınması ve firma çalışanlarına iyi hijyen uygulamaları konusunda eğitim verilmesi önerilmiştir. INTRODUCTION: On 23rd of December, 2013, 116 patients including students of two schools, and workers of 17 work places who consumed lunch and dinner from the same catering company, applied to Marmaris State Hospital, Muğla province suffering from nausea, vomiting, abdominal pain, and diarrhea. This study was conducted to identify the cause, and mode of transmission, and to implement control measures. METHODS: The suspected case was defined as “individuals working in 17 work places and two schools and having at least one of the following symptoms onset on 23 December 2013: nausea, vomiting, stomach ache, diarrhea, and fever”. Probable case was accepted as “suspected case having vomiting or diarrhea”. Controls were selected from the same school/workplace among persons who didn’t have these symptoms. In the study, face to face interviews were conducted for 213 (100 cases, 113 controls) people. Seventy seven probable cases, 100 suspected cases and 113 controls were included in the analysis. Samples from stool, swabs of the kitchenwares and untensils, samples from food and water were taken. Moreover, samples from food handlers were tested for S. aureus. RESULTS: Cases started to increase after lunch on Monday at 23 December 2013. The menu of the company included chicken doner, rice, mushroom soup, salad and buttermilk. The first case attended Muğla, Marmaris District Public Hospital during the same day with nausea and vomiting complaints at 12: 30. Most common symptoms seen in the cases, were nausea, abdominal pain, vomiting, diarrhea and high fever. The attack rate was determined as 16%. The epidemic curve revealed a point source outbreak. Cases and controls had similar characteristics for age and sex. It was determined that 96% (74/77) of cases and 32% (37/113) of controls ate chicken doner (OR – odds ratio: 50 95% CI: 14-171). After controlling for mushroom soup and salad, odds of being ill was 34 (ORadj – adjusted odds ratio = 34, 95% CI-confidence interval= 8.8-129.7). In the analysis done by the Provincial Agriculture - Food Laboratory on the food samples S. aureus enterotoxin was identified in chicken doner sample. DISCUSSION AND CONCLUSION: It was found that the poisoning seen in the Marmaris district was caused by S. aureus enterotoxin in the chicken doner. In the research the source of contamination was not shown. Recommendations were given to the food company to implement control and protection measures; and to provide training on good hygiene practices for company workers. |
7. | İzmir’de sağlık kurumlarına yemek üretim ve dağıtım hizmeti veren bir firmada çalışanların gıda hijyeni ile ilgili bilgi ve davranışları The knowledge and behaviour of workers on food hygiene who worked in a company providing catering and distribution service to the health institutions in Izmir Şadan Köksal, Ahmet Soysal, Gül Ergör, Gülşah Kanerdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.39129 Sayfalar 139 - 148 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı İzmir’de bir yemek firmasında çalışanların gıda hijyeni ve kişisel hijyen ile ilgili bilgi ve davranışlarını araştırmak, bilgi ve davranışlarına etki eden etmenleri belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tipte planlanan çalışma, ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemine sahip bir yemek firmasının merkez mutfağında ve hizmet verdiği hastane mutfaklarında yürütülmüş, yemek firmasındaki tüm çalışanların (n: 73) çalışmaya alınması planlanmış, ancak çalışma 59 kişi ile tamamlanmıştır. Çalışma verilerinin toplanması anket ve gözlem yapılarak araştırmacı tarafından gerçekleştirilmiştir. Gözlem yalnızca mutfak çalışanlarında yapılmıştır. Gıda hijyeni ile ilgili bilgileri puanlandırılarak yeterli ve yetersiz olarak, gıda hijyenine yönelik gözlenen davranışları ise uygun ve uygun değil olarak değerlendirilmiştir. Veriler, SPSS 15.0 paket programı ile analiz edilmiş, sosyodemografik özellikler ve çalışma süresinin hijyen bilgi düzeyi ve davranış durumu ile karşılaştırılmasında kikare testi kullanılmıştır. Elde edilen p değeri 0,05’ten küçükse fark anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Çalışanların yaş ortalamasının 35,4±7,6 olduğu ve %86,4’ünün mutfak çalışanı, %13,6’sının her zaman mutfakta bulunmayan gıda mühendisi, gıda teknisyeni, sekreter ve şoför olduğu belirlenmiştir. Çalışmaya katılanların tamamının işe girdikten sonra düzenli sağlık kontrolünden geçtiği, çoğunun çalıştıkları firmada ya da daha önce hijyen eğitimi aldıkları ve yarısından fazlasının gıda iş yerinde yedi yıl ve daha az süredir çalıştıkları belirlenmiştir. Bu çalışmada, çalışanların yarısından fazlasının (%52,5) hijyen bilgi puanının yetersiz olduğu ve gıda hijyenine yönelik davranışlarının (%58,8) uygun olmadığı gösterilmiştir. Eğitim durumu gıda hijyeni bilgi puanına anlamlı olarak etki etmektedir (p=0,029). Sosyo-demografik özelliklerin gıda hijyenine yönelik davranışlara anlamlı etkisi olmadığı saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, çalışanların çoğu hijyen eğitimi almalarına karşın, gıda hijyeni ve gıda güvenliğine yönelik bilgilerinin yetersiz olduğu belirlenmiş ve bu bilgilerin davranışa dönüşmediği gözlenmiştir. INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the knowledge and practice of workers of a catering company in Izmir on food and personal hygiene, and to investigate factors which influence their knowledge and behaviour. METHODS: The cross-sectionally planned study was implemented in the central kitchen of a catering firm having the ISO 22000 Food Safety Management System and in the hospital kitchens served by the firm. It was planned to include all workers (n: 73) of the catering firm to the study however the study was completed with 59 people. The data were collected through the method of the questionnaire and observation by the researcher. Observation was done only with the kitchen workers. The food hygiene knowledge of the workers were scored as sufficient and insufficient while their behaviours were evaluated as appropriate or inappropriate. Data were analyzed with the SPSS 15.O package program and in comparing the socio-demographic properties and working period with the hygiene knowledge level and behaviour condition chi-square test was used. p value <0.05 was noted statistically significant. RESULTS: The mean age of the workers were 35.4±7.6 and 86.4% of them were working in the kitchen while 13.6% were food engineer, food technician, secretary, and driver who were not often in the kitchen. It was determined that all workers participating in the study underwent regular medical check-upsafter entering the work and majority of them have had hygiene training courses at their current workplace or before, and more than half of the workers have been working in the food business for 7 years or less. In this study, it was shown that more than half of workers (52.5%) had insufficient the level of knowledge of hygiene and inappropriate behaviour (58.8%) regarding food hygiene. Educational status is a factor which significantly affects the level of food hygiene knowledge (p=0,029). It was determined that socio-demographic characteristics do not have a significant effect on behaviour concerning food hygiene. DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, despite the majority of employees having received hygiene training, it was determined that their knowledge on food hygiene and safety was inadequate and it was observed that these knowledge was not transformed to their behaviours. |
8. | İstanbul’un sivrisinek faunası ve Culex pipiens larvalarının Bacillus cinsi bakterilere karşı duyarlılığı The mosquito fauna of Istanbul and susceptibility of Culex pipens larvae to Bacillus spp. bacteriae Erdal Polat, Serdar Mehmet Altınkum, Fadime Yılmaz, Sema Turan Uzuntaş, Yaşar Bağdatlıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.48254 Sayfalar 149 - 156 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmada İstanbul’un sivrisinek faunasını oluşturan Culex pipiens larvalarına karşı kullanılan Bacillus cinsi bakterilerin etkisine bakılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 15 Nisan - 30 Haziran 2013 tarihleri arasında ilaçlama yapılmadan önce İstanbul’un 39 ilçesinde sivrisinek larvalarının geliştiği kaynaklardan 501 örnek alınmıştır. Alınan örnekler laboratuvara getirilmiş, 24 oC’de tutularak larvaların III. ve IV evreye gelmesi bir kısmından da erişkin sivrisinek oluşması sağlanmıştır. C. pipiens türüne ait III. ve IV. evre larvalara karşı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin larvasit olarak kullandığı; Bacillus sphaericus (200 g/ ha, 300 g/ha ve 400 g/ha); Bacillus thuringiensis H-14 (200 g/ha, 300 g/ha ve 400 g/ha); Bacillus sphaericus (H5a5b, Strain 2362) + Bacillus thuringiensis israelensis (H-14, Strain AM65-52) (5000 g/ha) türlerine ait liyofilize preparatlar kullanılmıştır. Bu liyofilize preparatlardan Unat’ın balıklı buyyon besiyerinde hazırladığımız (6,1x108 CFU/ml ve 12,6x108 CFU/ml) kültürler kullanılmıştır. Kalan sivrisinek larvaları ve erişkin hale gelen sivrisinekler stereo ve ışık mikroskobunda incelenerek sivrisineklerin türleri belirlenmiştir. BULGULAR: İstanbul’un 39 ilçesinden alınan örneklerin tümünde C. pipiens türüne ait larvalara rastlanmıştır. Büyükçekmece, Silivri ve Ümraniye ilçelerinden alınan örneklerde yoğun olarak görülen C. pipiens larvalarının yanı sıra az sayıda Anofel ve Aedes cinsi sivrisineklerin larvalarına da rastlanmıştır. Liyofilize preparatların ve Unat’ın balıklı buyyonun da liyofilize preparatlardan hazırladığımız kültürlerinin (12,6x108 CFU/ml yoğunluğunun) kullanıldığı deneylerde ilk larva ölümü 50. dakikada başlamıştır. Kültürlerin 6,1x108 CFU/ml yoğunluğunun kullanıldığı deneylerde ise ilk larva ölümü 60. dakikada izlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm deneylerde larvaların tamamının 6. saatte öldüğü görülmüştür. Unat’ın balıklı buyyonunda hazırlanan kültürlerin liyofilize preparatlara göre daha etkili olduğu belirlenmiştir. Kültürdeki bakteri yoğunluğu azaldığında ölümün daha geç başladığı, ancak larvaların tümünün ölmesi için geçen sürede bir değişikliğin olmadığı tespit edilmiştir. INTRODUCTION: In the study the impact of the Bacillus species bacteria used in the fight against larvae of Culex pipiens which constitute mosquito fauna of Istanbul was evaluated. METHODS: In the study, 501 samples were taken from the sources of mosquito larvae before disinfection, in 39 towns of Istanbul, from 15 April to the end of June, in 2013. Samples were brought to the laboratory, by maintaining at 24 oC to ensure larvae come to stages III and IV, and some of them to adult mosquitoes. Lyophilized preparations of Bacillus sphaericus (200 g/ha, 300 g/ha and 400 g/ ha); Bacillus thuringiensis H-14 (200 g/ha, 300 g/ha and 400 g/ha); Bacillus sphaericus (H5a5b, Strain 2362) + Bacillus thuringiensis israelensis (H-14, Strain AM65-52) (5000 g/ha) species which are used as larvacide by Istanbul Metropolitan Municipality agaist C. pipiens III and IV stage larvae, were used. The cultures (6,1x108 CFU/ml and 12,6x108 CFU/ml) which prepared from these lyophilized preparations in the medium Unat’s fish broth were used. Remaining mosquito larvae and adult mosquitoes were examined under stereo and light microscope to identify the species of mosquitoes. RESULTS: The larvae of C. pipiens species were observed in all samples taken from 39 towns of Istanbul. In samples from Buyukcekmece, Silivri and Umraniye districts, beside densely presented C. pipiens larvae, a small amount of Anopheline and Aedes species larvae were also observed. The first larval mortality began in 50th minutes in the experiment with lyophilized preparations and cultures prepared in Unat’s fish broth (12,6x108 CFU/ml density). In the experiments used culture concentration of 6.1x108 CFU/ml, the first larvae mortality was observed in 60th minute. DISCUSSION AND CONCLUSION: In all experiments, it was observed that all of the larvae died in 6th hours. Cultures prepared in Unat’s fish broth were determined to be more effective than lyophilized preparations. It was determined that the reduced density of cultures caused a delay in starting time of mortality but overall time for all larvae deaths was unchanged. |
OLGU SUNUMU | |
9. | Fascioliasis tanısında hekimlerde ERCP yerine serolojik test farkındalığı yaratmak: Olgu sunumu To create awareness of serological tests instead of ERCP for fascioliasis diagnosis among physicians: A case report Ayşegül Aksoy Gökmen, Bayram Pektaş, Mehmet Camcı, Celal Buğdacı, Erkan Yula, Selçuk Kaya, Mustafa Demircidoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.93196 Sayfalar 157 - 160 Fascioliasis, insanda nadir rastlanan karaciğer ve safra yolu hastalığıdır. Fasciola hepatica metaserkarya içeren su bitkilerinin yenmesi veya kontamine suların içilmesi ile bulaşmaktadır. Fascioliasis tanısında, dışkıda parazit yumurtasının saptanması esas iken serolojik ve radyolojik testler de önemli yer tutmaktadır. Yetmiş beş yaşında bir hasta, bir aydır karın ağrısı bulantı kusma iştahsızlık şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Bir yıl öncesinde kolesistektomi hikayesi olan hastanın %8 eoziofilisi dışında rutin biyokimyasal parametreleri normaldi. Koledokta taş olup olmadığını görmek ve karın ağrısı etiyolojisini ortaya koymak için endoskopik ultrasonografi planlandı. Hastanın koledok kanalında parazitle uyumlu görüntü olması üzerine tanı ve tedavi amaçlı endoskopik retrograt kolanjiopankreatografi (ERCP) yapıldı. ERCP ile koledok kanalından iki adet F. hepatica’yla uyumlu parazit çıkartıldı. Postoperatif, iki doz 10 mg/kg triklabendazol kullanan hastanın, iki hafta sonra yapılan kontrol muayenesinde şikayetlerinin tamamen geçtiği gözlendi. Girişimsel yolla tanı ve tedavisini uyguladığımız fascioliasise bağlı bir akut kolanjit vakası ve bununla ilgili literatürün gözden geçirilmesini sunuyoruz. Fascioliasis is a liver and biliary tract disease, which is rare in human. It is transmitted by consuming water plants containing Fasciola hepatica metacercariae or drinking contaminated water. Detection of parasite eggs in stool and serological/radiological tests are significant in fascioliasis diagnosis. A female patient who is 75-years-old applied to our clinic with one month duration of abdominal pain, nausea, vomit and anorexia. Routine biochemistry parameters of the patients with cholecystectomy were normal except her 8% eosinophilia. Endoscopic ultrasonography was planned in order to determine abdominal pain etiology and if there was a stone in ductus choledochus. Endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP) was applied for diagnosis and treatment purpose after the view of parasitecompatible view in ductus choledochus of the patient. Two parasites compatible with F. hepatica were taken out of ductus choledochus by ERCP. It was observed that the complaints of the patient, who was postoperatively treated with two doses of 10 mg/kg triclabendazole, was completely passed in control examination after two weeks. We present an acute cholangitis case depends on fascioliasis that we interventional diagnosed and treated, and the review of literatures on this case. |
DERLEME | |
10. | Aşı epidemiyolojisi: aşı etkililiği için epidemiyolojik çalışma tasarımları Vaccine epidemiology: epidemiologic study designs for vaccine effectiveness Can Hüseyin Hekimoğludoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.28482 Sayfalar 161 - 174 Yeterli etkinliği gösterilmiş ve lisans almış bir aşının bir toplumda uygulanmasıyla ilgili hastalıktan korunma düzeyi ideal olmayan saha koşullarında, gözlemsel epidemiyolojik çalışmalarla belirlenen ‘aşı etkililiği’ ile ölçülür. Toplumda ilgili hastalık insidandaki azalmanın uygulanan aşılamadan mı, aşılama dışındaki nedenlerden mi kaynaklandığının belirlenmesi için, aşı etkililiği sürveyansın bir parçası olarak rutin izlenmelidir. Bu nedenle aşı etkililiği çalışmaları halk sağlığı eylemleri için önemli bir role sahiptir. Kohort ve olgu kontrol çalışmaları gibi klasik gözlemsel epidemiyolojik çalışmalara alternatif olarak geliştirilen çeşitli çalışma tasarımları da aşı etkililiğini belirlemek için kullanılabilir. İlgili aşı ve hastalığa ve mevcut olanaklara göre kohort ve olgu kontrol çalışmalarının yanı sıra indirekt kohort yöntemi, test negatif olgu kontrol tasarımı, olgu olgu çalışması, tarama yöntemi, hane halkı temas çalışması gibi alternatif tasarımlardan uygun olan kullanılarak aşı etkililiği belirlenebilir. Bu tasarımlardan başka olgu kohort çalışması, iç içe olgu-kontrol çalışması, insidans yoğunluğu olgu kontrol tasarımı gibi farklı alanlarda kullanılmakta olan tasarımlar da aşı etkililiğini belirlemek için seçilebilecek tasarımlar arasındadır. Ancak bu tasarımların hiç birinin mükemmel olmadığı ve çeşitli genel varsayımların yanı sıra tasarıma göre farklı varsayımlar altında yürütülmeleri gerektiği unutulmamalıdır. Gerekli varsayımların yerine getirilmediği ölçüde aşı etkililiği tahmini gerçek değerinden uzaklaşır. Aşılı veya aşısız gruptaki atak hızını olduğundan daha az veya daha fazla gösteren herhangi bir faktör aşı etkililiği tahmininde taraf tutmaya yol açar. Bu faktörlerin tasarım aşamasında veya analiz sırasında mümkün olduğunca kontrol edilmesi gerekir. Aşı etkililiği tahminlerinin yanıltıcı olmaması için uygun tasarımın seçilmesi ve seçilen tasarıma göre gereken varsayımlar, olası taraf tutma kaynakları ve karıştırıcılar çalışmanın planlama aşamasında ve çalışma sonuçları yorumlanırken mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Protection level against a disease of interest by application of a licenced vaccine whose effectiveness has been proved in a population is measured by “vaccine effectiveness” which is determined with observational epidemiological studies conducted under non-ideal field conditions. For determination of whether decrease in incidence of related disease in a population is due to vaccination or other reasons rather than vaccination, vaccine effectiveness should be monitored as a routine part of the surveillance. Therefore, vaccine effectiveness studies play an important role in public health actions. Various other study designs that are developed as an alternative to classical observational epidemiological studies such as cohort and case-control studies can also be used in determination of vaccine effectiveness. In accordance with related vaccine and disease and current facilities, vaccine effectiveness can be determined by using appropriate one of the alternative designs such as indirect cohort method, test-negative case-control design, case-case study, the screening method, household contact study, as well as cohort and case-control studies. Additionally, study designs which are used in other fields such as case-cohort study, nested case-control study, incidence density case-control design are among the designs that can be chosen for determination of vaccine effectiveness. However, it should be remembered that none of them is perfect and they should be performed under different assumptions related with each design, as well as various general assumptions. How necessary assumptions are not fulfilled, estimation of vaccine effectiveness will go far from its actual value. Any factor that shows attack rate in vaccinated or unvaccinated groups less or more than its actual value leads to bias in estimating vaccine effectiveness. These factors should be controlled as much as possible in phase of design or during analysis. For vaccine effectiveness estimation not to be misleading; an appropriate study design should be selected and necessary assumptions in accordance with the selected design, potential bias sources and confounders should be taken into account in planning phase of the study and while study results are being interpreted. |
11. | Mantar enfeksiyonlarının serolojik tanısı Serological diagnosis of fungal infections Asuman Birinci, Yeliz Tanrıverdi Çaycıdoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.74418 Sayfalar 175 - 182 İnvaziv mantar hastalıklarının tanısında, günümüzde kullanılan yöntemlerin duyarlılık ve özgüllüğündeki yetersizlikler veya klinik olarak yararlı olabilecek bir sonucun elde edilmesinin çok zaman alması nedeniyle zorluklar yaşanmaktadır. Hasta sonuçlarında, hızlı tanı anahtar noktadır. Kültür testleri dışında, konaktaki özgül antikor yanıtının ölçülmesine dayalı serolojik testlerin, hızlı uygulanabilmesi ve invaziv örnek alım yöntemleri gerektirmemesi bu testleri çekici kılmaktadır. Ancak özellikle immünosupressif durumlar nedeniyle, özgül antikor yanıtı oluşturamayan hastalarda bu testler her zaman invaziv hastalık göstergesi olmamaktadır. Mikrobiyal antijenlerin tespitinin ise genellikle daha fazla miktarda mikrobiyal yük gerektirmesi duyarlılığını kısıtlamaktadır. Yine de çok sayıda başarıyla çalışan antijen tespit sistemleri geliştirilmiştir ve bunların bazıları halen yaygın olarak kullanılmaktadır. Dolaşımdaki Aspergillus galaktomannanlarını tespit için sıçan monoklonal EBA2’ leri kullanan emzim immünoassay yöntemi (Platelia) ticari olarak kullanımdadır. Bu test 0,5-1,0 ng/ml düzeyindeki galaktomannanı tespit edebilmektedir. Ayrıca, galaktomannan klinik belirti ve semptomlar oluşmadan invaziv aspergillozun erken safhalarında serumda tespit edilebilmektedir. Ancak, bu testin yanlış pozitif veya negatif sonuçlar gibi dezavantajları bulunmaktadır. (1-3)-β-D-glukan Zygomycetes’ler hariç mantar hücre duvarının karakteristik bir birleşenidir. İnvaziv enfeksiyonlar sırasında Aspergillus, Candida, Fusarium, Trichosporon, Saccharomyces, Acremonium ve Pneumocyctis jirovecii içeren birçok mantar tarafından (1-3)-β-D-glukan kana salınmaktadır. (1-3)-β-D-glukan konsantrasyonunun belirlenmesinde kullanılan yöntem, atnalı (horsecrab shoe) yengecinin koagülasyon faktörü olan faktör G’nin glukanı aktifleştirmesine dayanmaktadır. Hem Avrupa’da hem de ABD’de (1-3)-β-D-glukan için çeşitli ticari kitler kullanımdadır. Mannan invaziv kandidiyazisi bulunan hastalarda dolaşımdaki ana antijendir. Mannana karşı oluşan antikorların tespiti için birçok serolojik test bulunmaktadır. Ancak bu testler, kolonizasyon ve invaziv enfeksiyon ayrımında başarısız olmaktadır. Mannan antijeniyle kombine edilip çalışıldığında, duyarlılık %80 ve özgüllük %93 olmaktadır. Kriptokokkal enfeksiyonların tespitinde serebrospinal sıvıdan veya serumdan kapsüler antijen tespiti kullanılmaktadır. Kapsüler antijen tespiti için hem lateks aglütinasyon hem de enzimimmünoassay testleri bulunmaktadır. Mantar enfeksiyonlarının tanısı için son yıllarda hızla ilerleme kaydedilerek, mantar enfeksiyonlarının erken tespitini sağlayan birçok yeni yöntem geliştirilmiştir. Ancak en iyi yaklaşımın kültür veya mikroskopi gibi konvansiyonel yöntemlerle serolojik yöntemlerin kombine edilmesi olduğu düşünülmektedir. Difficulties are being faced in the diagnosis of invasive fungal diseases due to the lack of sensitivity and specificity of the current diagnostic methods or taking too long time to get a result having clinical importance. Rapid diagnosis is the key point in patient outcomes. Excluding the culture tests, because of its rapid application and no need for invasive sampling, was making the serological tests based on the measurement of response of specific host antibody became attractive. However especially due to immunosuppressive conditions, these tests are not always the indicator of invasive disease in the patients who have no ability to produce specific antibody response. Detection of microbial antigens generally requiring a relatively large microbial burden, limits the assay sensitivity. Nonetheless, several examples of successful antigen detection systems have been developed, and some of these are widely used. To detect circulating Aspergillus galactomannans enyzme immunoassay (Platelia) method utilizing the rat monoclonal antibody EB-A2 is commercially in use. This test is able to detect galactomannan in the level of 0.5-1.0 ng/ml. Furthermore, galactomannan could be detected in the serum at a early stage of invasive aspergillosis before clinical signs and symptoms occured. However, this test has some disavantages like false positive or negative results. (1-3)-β-D-glucan is a characteristic cell-wall component of fungi except for Zygomycetes. A broad range of fungi including Aspergillus, During invasive infections (1-3)-β-D-glucan is released to the blood by some fungi containing Aspergillus, Candida, Fusarium, Trichosporon, Saccharomyces, Acremonium and Pneumocyctis jirovecii. The method used for determination of (1-3)-β-D-glucan concentration depends on activation of glucan by factor G, a horsecrab shoe coagulation factor. There are some commercial test kits available for (1-3)-β-D-glucan both in Europe and USA.Mannan is the major circulating antigen in patients who have invasive candidiasis. There are several serological tests for the detection of antibodies formed against mannan. However, these tests are usually failed in discriminating between colonization and invasive infection. When combination with mannan antigen test was performed, it gave sensivity of 80% and specifity of 93%. In the diagnosis of cryptococcal infections detection of capsular antigen in the both cerebro-spinal fluid or serum, is used. Both latex aglutination and enzymeimmunoassay tests are found to detection of capsular antigen. The diagnosis of fungal infections has moved forward in the past few years and there are many newly developed methods that are likely to provide early detection of fungal infections. However, it seems that best approach is combining both traditional methods like culture or microscopy with serological methods. |
12. | Dijital PZR ve kullanım alanları Digital PCR and applications Ahmet Çarhan, Elif Ercan, Tuğba Yalçınkayadoi: 10.5505/TurkHijyen.2016.48902 Sayfalar 183 - 198 Polimeraz zincir reaksiyonu (PZR), DNA kompleks havuzundan spesifik bir DNA parçasını çoğaltmaya olanak sağlayan basit, etkin ve özellikle moleküler biyoloji alanında yaygın olarak kullanılan enzimatik bir tekniktir. PZR tekniğinin keşfinden günümüze kadar gelişen teknolojiyle birlikte pek çok PZR tekniği ortaya çıkmıştır. Bu tekniklerden bazıları Gerçek Zamanlı PZR, Kantitatif PZR, Ters Transkriptaz PZR, Nested PZR ve Multipleks PZR dir. Günümüze kadar geliştirilmiş PZR tekniklerinin çeşitli zorlukları yüzünden PZR tekniklerinin kullanım alanını genişletmek ve daha ileri seviye PZR teknikleri bulmak araştırmacıların birinci önceliği haline gelmiştir. Nadir mutasyonların, kopya sayısı varyasyonlarındaki ufak değişikliklerin, gen ifadesi değişiklikleri arasındaki farklılıkların veya metilasyon durumunun değerlendirilmesine izin veren yeni bir yöntem olarak dijital PZR (dPZR) teknolojisi geliştirilmiştir. Dijital PZR, DNA kopya sayısının hassas ölçümü için PZR bazlı yeni bir tekniktir ve örnekleri az sayıda seyrelterek çok sayıda PZR gerçekleştirmeye olanak sağlar ve her birinde ayrı ayrı PZR gerçekleşen çok sayıda küçük bölümlere sahiptir. Aynı zamanda dPZR; şu an çok az miktardaki genetik materyalin miktarını dakikalar içinde tespit etme performansıyla birçok nicel yöntemleri geride bırakmıştır. Tek molekülü sayma stratejisi sayesinde bu yöntem yüksek hassasiyet gösterebilmektedir. Güvenilirlik ve tekrarlanabilirlik düzeyi oldukça yüksek bir yöntem olmasıyla da dikkat çekmektedir. Bu derleme, digital PZR yönteminin günümüze kadar olan süreçteki gelişimine ve ilerleyen günlerde çözüm bulunması gereken eksik yönlerine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Polymerase chain reaction (PCR), is a simple, effective and widely used enzymatic technic especially in the field of molecular biology which provides the opportunity to amplify a specific DNA fragment from DNA complex pool. Several PCR techniques such as realtime PCR, quantitative and qualitative PCR, Reverse Transcriptase PCR, Nested PCR and multiplex PCR have been developed since the first invention of PCR. Due to the various difficulties of the PCR techniques developed so far, widening the application fields and finding out more advanced level of PCR techniques have become the first priority of the researchers. Digital PCR (dPCR) technology has been developed as a new method to permit the evaluation of the small changes in the copy number variations of the rare mutations, differences between the gene expression changes or state of methylation. Digital PCR is a PCR based new technique for the sensitive measurement of number of DNA copies, it provides opportunity to do large number of PCR with a few number of sample dilution and it has so many small compartments where seperate PCRs are executed in each. At the same time, dPCR leaves some of the quantitative methods behind with the performance of determining the quantity of small amount of genetic material within seconds. This method shows high sensitivity with the strategy of counting single molecule. It also attracks the attention as a method having quite a high reliability and repeatability level. This review aims to give insight for dPCR development history and the possible difficulties came across in its application. |