ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 65 (1)
Cilt: 65  Sayı: 1 - 2008
ARAŞTIRMA
1.
Ailesel Akdeniz Ateşi (Fmf) Düşünülen Olgularda Mefv Gen Mutasyonları Sıklığının İncelenmesi
Evaluating the Frequency of MEFV Gene in a Group of Patients with a Pre-diagnosis of Familiar Mediterranean Fever
Gönül Erden, Ceylan Bal, Oya Güngör Torun, Nihal Uğuz, M. Metin Yıldırımkaya
Sayfalar 1 - 5
AMAÇ: Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF) MEFV genindeki mutasyonlann neden olduğu otozomal resesif bir hastalıktır. Bu çalışmada bir grup Türk'te, MEFV geninde sıklıkla rastlanıldığı bildirilen E148Q, P396S, F479L, M680I (G/C), M680I (G/A), I692DEL, M694V, M694I, K695R, V726A, A744S, R761H rotasyonlarının frekansı ve yüzdeleri incelenmiştir.
YÖNTEMLER: FMF ön tanısı almış toplam 98 hastada MEFV geninde 12 mutasyon araştırıldı. Hastaların yas ortalaması ± SD, 30 ± 12 yıl idi. MEFV genindeki mutasyonlar, ticari kit kullanılarak polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve ters-hibridizasyona dayanan strip-assay ile saptandı.
BULGULAR: Çalışılan toplam 98 hastadan 67'sinde MEFV gen mutasyonları bulunmuştur (% 68,36). Allel frekansları yüzdeleri acısından incelendiğinde; M694V (%46,26), E148Q (%16,41), V726A(%13,43), M680I (G/C) (%5,97), R761H (%2,98) bulunmuştur. P396S (%1,49) F479L (%1,49), A744S (%0,74 ), allellerinin oldukça düşük frekanslarda olduğu belirlenmiştir. M680I (G/A), I692DEL, M694I ve K695R mutasyonlarına ise rastlanmamıştır.
SONUÇ: Türk Toplumunda yapılan diğer çalışmalarda görüldüğü gibi, hastalarımızın büyük çoğunluğunda M694V mutasyonuna rastlanmıştır. Çalışmamızda en sık rastlanan ilk dört mutasyon türü yapılmış diğer çalışmalarla uyumludur ancak sıklığı farklı bulunmuştur. Türk Toplumu'nda daha önce bildirilmiş mutasyon türlerinde 12 mutasyonun tümünün sıklığını bildiren cok az sayıda çalışma mevcuttur. Bu acıdan sonuçlarımızın ileride yapılacak fenotip-genotip korelasyon çalışmalarına yol gösterici olabileceğini düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: Objective: Familial Mediterranean Fever (FMF) is an autosomal recessive disease caused by mutations in the FMF gene (MEFV). İn this study, we evaluated the frequency and percentage of most common known twelve mutations (E148Q, P396S, F479L, M680I (G/C), M680I (G/A), I692DEL, M694V, M694I, K695R, V726A, A744S, R761H) of MEFV gene in a group of Turkish indi-viduals.
METHODS: Acommercial kit assay for the identification of MEFV gene mutations based on PCR and reverse-hybridization was used to investigate 12 mutations of the MEFV gene in 98 patients (meanage: 30±12years).
RESULTS: Sixty-seven patients (68.6 %) were found to have one of the MEFV mutations: M694V (46.26 %), E148Q (16.41%), V726A (13.43%), M680I (G/C) (5.97%) and R761H (2.98%). Very low allele frequencies were observed in P396S (1.49%), F479L (1.49%), A744S (0.74 %) type muta- tions, whilethe M680I(G/A), I692DEL, M694I and K695Rtype mutationswere not detected.

CONCLUSION: The M694V mutation is the most frequent one among our study group similar to published estimates from Turkey. İn addition, the frequency of the most common four mutation types, which were detected in this study were similar but with different percentages when com-pared to the previous estimates. There are not many published estimates on the 12 types of MEFV gene mutations of Turkish patients, therefore our results may be beneficial for phenotype-ge-notypecorrelationstudies.

2.
Pestisit Zehirlenme Şüphesi İle Gıdatoksikolojisi Laboratuvarına Gönderilen Numunelerin Gc-Ms İle Analizi
Examination of Food Samples Sent to the Food Toxicology Laboratory for Pesticide Contamination by GC-MS
Aysun Dinçel, Figen Demli, Ramazan Uzun, Filiz Alatan
Sayfalar 7 - 15
AMAÇ: Refik Saydam Hıfzısıhha Merkez Başkanlığı Zehir Araştırmaları Müdürlüğü Gıda Toksi-kolojisi Laboratuvarına pestisit zehirlenmesi şüphesi ile gönderilen numunelerin GC-MS ile analiz sonuçlarının değerlendirilmesi ve Ülkemizde pestisit kullanımına ilişkin bilgi verilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Toksik düzeyde bulunan pestisitlerin gıda maddelerinde ve sularda analizi GC-MS ile yapılmıştır.
BULGULAR: Gıda Toksikolojisi Laboratuvarına zehirlenme şüphesi ile gönderilen numuneler GC-MS yöntemiyle değerlendirildiğinde 2001 yılında tüm numunelerin % 1,9'unda, 2002 yılında %4,97'sinde, 2003 yılında % 1.Sinde, 2004 yılında %3,67'sinde, 2005 yılında %2,4'ünde, 2006 yılında ise% 3,07'sinde ve 2007 yılında % 2,54'inde pestisit tespit edilmiştir. 6 yılın ( 2001 ve 2007 yılları arası) ortalamasına bakıldığında Gıda Toksikolojisi laboratuarında pestisit analizi yapılan toplam numune sayısı 2605 ve bu numuneler içerisinde pestisit tespit edilen numune sayısı 63 (% 2,42) olarak belirlenmiştir.
SONUÇ: Pestisitlerle zehirlenme olgusu halen ülkemiz için önemli bir halk sağlığı problemidir. Ancak zehirlenme şüphesinde, öncelikle ilgililer tarafından klinik bulgular ile epide-miyolojik verilerin iyi değerlendirildikten sonra numunelerin elde edilen bilgilerle birlikte labo-ratuvarlara yönlendirilmesi hem doğru sonuçlara kısa süre ulaşılması hem de halk sağlığı yönüyle kısa zamanında yardımcı olunması açısından önemlidir.
OBJECTIVE: We aimed to assess samples with suspicion of pesticide poisoning, which were sent to the Poison Research Centre, Food Toxicology Laboratory, Refik Saydam Hıfzısıhha Cen-ter, Ankara, using the GC-MS technique. İn addition, we aimed to review the situation of pestici-des usage and food poisoning in Turkey.
METHODS: The analysis of toxic doses of pesticide was carried out with GC-MS.

RESULTS: Pesticides were detected in 1.9 % of ali samples in 2001, 4.97 % in 2002, 1.5 % in 2003, 3.67 % in 2004, 2.4 % in 2005, 3.07 % in 2006 and 2.54 % in 2007. The number of analyzed samples during the last six years (2001 to 2007) reached 2,605, while the number of samples in which pesticides weredetected, totaled to63 (2.42 %).

CONCLUSION: Poisoning with pesticide remains a public health problem in our country. İt is essential that in case of intoxication with pesticides, the samples are sent together with the epi-demiological and clinical findings, in order to get more precise and quicker results.

3.
Klinik Örneklerden İzole Edilen Stafilokokların Metisilin, Fusidikasitvemupirosin Direnci
MethiciUin, Fusidic Acid and Mupirocin Resistance in Staphylococci Isolated from Clinical Specimens
Nimet Yiğit, Ayşe Esin Aktaş, Funda Doğruman Al
Sayfalar 17 - 23
AMAÇ: Bu çalışmada, değişik klinik örneklerden izole edilen 136 stafilokok susunun metisilin, fusidik asit ve mupirosin duyarlılığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Suşların metisilin, fusidik asit ve mupirosin duyarlılıkları Kirby-Bauer Disk Difüzyon Yöntemi ile araştırılmıştır.
BULGULAR: Bu suşların 36 (%26.5)'sı metisilin dirençli koagülaz negatif stafilokok (MRKNS), 65 (%47.8) metisilin duyarlı koagülaz negatif stafilokok (MSKNS), 14 (%10.2)'ü metisilin dirençli Staphylococcus aureus (MRSA), 21 (%15.5)'i metisilin duyarlı S. aureus (MSSA) olarak sınıflandırıldı. Fusidik aside direnç oranı MRKNS'lerde 10 (%27.7), MSKNS'lerde 14 (%21.6), MRSA'larda iki (%14.2), MSSA'larda üç (%14.3) olarak belirlenmiştir. Mupirosine direnç oranı MRKNS'lerde beş (%13.9), MSKNS'lerde yedi (X10.8), MRSA'larda iki (%14.2), MSSA'larda bir (%4.7) olarak saptanmıştır.
SONUÇ: S. aureus ve KNS'ler klinik örneklerden sıklıkla izole edilmekte ve metisilin dirençleri artmaktadır. Fusidik asit ve mupirosin metisiline duyarlı ve dirençli stafilokokların etken olduğu enfeksiyonlarda iyi bir tedavi seçeneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
OBJECTIVE: The aim of this study, was to determine susceptibility of 136 staphylococcus strains isolated from various clinical specimens against methicillin, fusidic acid and mupirocin.
METHODS: The methicillin, fusidic acid and mupirocin susceptibility of the strains were inves-tigated with the Kirby-Bauer disc-diffusion method.
RESULTS: The Staphylococcus strains were classified as follows; 36 (26.5%) methicillin resis-tant coagulase negative staphylococci (MRCNS), 65 (47.8%) methicillin sensitive coagulase nega-tive staphylococci (MSCNS), 14 (10.2%) methicillin resistant Staphylococcus aureus (MRSA), 21 (15.5%) methicillin sensitive S. aureus (MSSA). The rates of resistance to fusidic acid were 10 (27.7%) in MRCNS, 14 (21.6%) in MSCNS, 2 (14.2%) in MRSA and 3 (14.2%) in MSSA. The rates of resistance to mupirocin were 5 (13.9%) in MRCNS, 7 (10.8%) in MSCNS, 2 (14.2%) in MRSA and 1 (4.7%) in MSSA.
CONCLUSION: S. aureus and CNS are common isolates from clinical specimens and an incre-asing proportion of them are now methicillin resistant. Fusidic acid and mupirocin can be con-sidered as an alternative drug for the treatment of infections due to both methicillin susceptible and resistant staphylococci.


4.
Asetikolinin İzole Kurbağa Akciğer Şeritleri Üzerine Etkilerine Yönelik Karşılaştırmalı Bir Çalışma
A Comparative Study on the Effects of Acetylcholine on Frog Lung Tissue
Sühendan Adıgüzel, Ramazan Uzun
Sayfalar 25 - 36
AMAÇ: Bu çalışmada, parasempatomimetik etkili bir nörotransmiter olan asetilkolinin, tatlı su kurbağasının (Amfibia) akciğer dokusunda intrensektonus üzerindeki etkilerinin, fizostigmin içeren ve içermeyen ortamlarda değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Kurbağa akciğer dokusuna 10", 10"5, 10"4, 10"3 M konsantrasyonlarında asetilkolin uygulamaları, fizostigmin içermeyen gruplarda ve 10"8, 5x10"8 ve 10"7 ve 5x10"7 M konsantrasyonlarında fizostigmin içeren gruplarda olmak üzere tek doz tekniği ve kümülatif teknik kullamlarakyapılmıs. Oluşan kasılma ve gevşemeler değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Tek doz asetilkolin uygulamalarında intrensek tonus üzerine ek bir kasılma elde e-dilmis ve bu kasılma kararlılığını korumuştur. Kümülatif tekniğin uygulandığı deneylerde asetilkolinin sebep olduğu kasılma konsantrasyona bağımlı olarak artış göstermiştir. Fizostigminli ortamlarda ise intrensektonus üzerine gelişen asetilkolinin yol açtığı kasılmalar kararlılığını koru-yamamıstır. Kümülatif asetilkolin uygulamalarının yapıldığı fizostigminli ortam deneylerinde ise fizostigmin içermeyen ortamda yapılan asetilkolin uygulamalarına benzer sonuçlar elde edilmiş; ancak, kasılma boyları daha küçük bulunmuştur.
SONUÇ: Otonom sinir sisteminin birçok nörotransmitterinden biri ve somatik sinir sisteminin tek nörotransmitteri olan asetilkolinin etki mekanizmalarının ortaya çıkarılması ile ilacın efek-tör hücre ve / veya gangliyon hücreleri üzerindeki etki güderinin farklı olabileceğini ve bu farklılığın ortaya çıkabileceği söylenebilir. Ancak farkın gerçek nedeninin ortaya konulabilmesi için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: The effects of acetylcholine, a parasympathomimetic agent, and acetylcholine plus physostigmine were determined on intrinsic tone of the frog lung tissue.
METHODS: Acetylcholine was applied to the frog lung tissue in vitro at 10", 10"5, 10"4, 10"3 M concentrations in the presence of physostigmine at 10S, 5x10S, 10"7 and 5x10"7 M concentrations and without physostigmine by using single or cumulative dose techniques. Isometric contrac-tions and relaxations observed during the experiments were measured time- dependently.
RESULTS: During the experiments in which single dose technique was used, acetylcholine caused an additional contraction on intristic tone while the contraction did not show any ten-dency to decrease in monitoring period. The experiments in which cumulative dose during tech-nique was used, a dose-dependent increase was observed in acetylcholine induced cont-ractions. On the other hand, in the presence of physostigmine, the tonus due to acetylcholine e-xerted a decline with time similar to those in the presence of physostigmine. However, the amp-litude of the contractions caused by acetylcholine was smaller than those in the absence of physostigmine.
CONCLUSION: Acetylcholine, which is one of many neurotransmitters in the autonomic ner-vous system and the only neurotransmitter used in the somatic nervous system could have a different effect on effector celi and on ganglion. However further studies are necessary to show this.


5.
Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama Ve Araştırma Hastanesi Üroloji Polikliniğine Başvuran Üretritli Erkek Olgularda Trichomonas Vaginalis Sıklığı
The Prevalence of Trichomonas vaginalis in Male Patients with Urethritis who Referred to Mustafa Kemal University Hospital Urology Clinic
Gülnaz Çulha, Sadık Görür, Ali Helli, Soner Akçin, Ahmet Namık Kiper
Sayfalar 37 - 41
AMAÇ: Trichomonas vaginalis ürogenital sistem enfeksiyonlarına yol açan bir protozoondur. Trikomonyaz çoğunlukla asemptomatik olmakla birlikte, semptomatik olgularda kadınlarda vulvit, bartonelit ve servisite, erkeklerde ise üretrit, sistit, prostatit ve epididimite neden olmaktadır. Bu çalışmada, Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi üroloji polikliğine üretrit şikâyeti ile başvuran 20- 45 yaş arası erkek olgulardaki T vaginalis^ sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Tanı, santrifüj edilmiş idrarın direkt mikroskopikincelenmesi ile konulmuştur.
BULGULAR: İncelenen 110 idrar örneğinin 3 (%2.8)'ünde T vaginalis trofozoitleri saptanmıştır.
SONUÇ: Bu araştırmada üretrit şikâyetleri olan hastalarda tanıya yönelik testler istenirken T
vaginalis'in de değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

OBJECTIVE: Trichomonas vaginalis is a protozoon, which is sexually transmitted and causes infections.of the ürogenital system. Trichomoniasis is usually asymptomatic, however, in symp-tomatic cases, it generally causes vulvitis, barthonelitis and cervicitis in women and uretritis, cystitis, prostatitis and epididymitis in men. The aim of this study was to determine the rate of T vaginalis infections in urine samples of 110 patients with urethritis who presented at the urology clinic of the Mustafa Kemal University Hospital.
METHODS: The diagnosis was made by direct microscopic examination of the centrifuged lirine.
RESULTS: Of the110urine samples, T vasina/iswasfoundin2.8X of the patients
CONCLUSION: Patients with urethritis should be examined for T vaginalis infections.

DERLEME
6.
Likenler Ve Moleküler Biyoloji Uygulamaları
Lichens and Molecular Biological Applications
Demet Cansaran Duman
Sayfalar 43 - 50
Polimeraz zincir reaksiyonu (PZR), liken filogenisi ve populasyon genetiğinin moleküler incelemelerinin yapılabilmesi için oldukça basit ve güçlü bir tekniktir. Likenler alg ve mantardan oluşan simbiyotik bir birlikteliktir bu nedenle moleküler çalışmalarda özel dikkat edilmesi gerekir. Bu derlemede, likenlerden DNAekstraksiyonu, RAPD metodu ve rRNA'nın ITS bölgesi çalışmaları üzerine yoğunlaşmıştır. Önümüzdeki yıllarda, moleküler biyolojik teknikler daha güvenli tanımlamalar için kullanılabilecek ve yeni moleküler teknikler liken filogenisini daha iyi anlayabilmemize katkıda bulunacaktır.
The Polymerase Chain Reaction (PCR) is a fairly simple but powerful technique for molecular investigations of lichen phylogeny and population genetics. Lichens are a symbiotic association of a fungus and alga, thus they require special considerations for molecular stu-dies. The present review focuses on nucleic acid extraction from lichens studies on randomly amplified polymorphic DNA (RAPD) method and the internal transcribed spacer regions of rRNA. İn the coming years, molecular biological techniques will be used for more accurate i-dentification of lichen and the newly available molecular methods will significantly contribute to our understanding of lichen phylogeny.

7.
Deniz Ürünlerine Bağlı Zehirlenmeler ve Etkileri
Seafood Poisonings and their Effects
Göknur Terzi
Sayfalar 51 - 60
Deniz ürünlerine bağlı meydana gelen zehirlenmeler toksin içeren kabuklu su ürünleri ya da balıkların tüketimi sonucu gelişir. Kabuklu su ürünleri zehirlemelerine; deniz tarağı, midye ve istiridye gibi deniz kabuklularının beslendiği planktonik algler (sıklıkla dinoflagellatlar) tarafından salınan bir grup toksin neden olur. Zararlı alglerin neden olduğu kabuklu su ürünü zehirlenmelerinin en önemli klinik belirtileri; paralizi, diyare, nörotoksisite ve amnezidir. Toksin içeren balıkların tüketimine bağlı şekillenen zehirlenmeler çoğunlukla toksinlerin isimleri ile anılan Ciguatera zehirlenmesi, Skombroid zehirlenmesi, Puffer balık zehirlenmesi, Pfieste-ria piscicida zehirlenmesi şeklinde adlandırılır. Toksin direkt olarak deniz kabukluları ve balıklara zarar vermezken bu ürünleri yiyen insan veya bazı etçil hayvanlarda zehirlenmelere sebep olur. Bu derlemede insan sağlığı açısından önemli olan bazı toksinlerin özellikleri, neden oldukları zehirlenme çeşitleri, insanlarda meydana getirdikleri patolojik bozukluklar ve korunma yöntemleri ele alınmıştır.
Seafood poisoning arises as a result of consuming fish or shellfish containing toxins. Shell-fish poisoning is caused by a group of toxins elaborated by planktonic algae (mainly dinofla-gellates) which are consumed by shellfish like scallops, mussels and oysters. The most signi-ficant clinical symptoms of shellfish poisonings are paralysis, diarrhea, neurotoxicity and am-nesia. The poisonings are usually named afterthe toxinscausing them, e.g., Ciguatera, Scom-broid, Puffer fish and Pfiesteria piscicida. Although the toxins do apparently not harm the shellfish and fishes, humans or animals eating toxic seafood may become poisoned. İn this re-view, thecharacteristics of selected toxinsand poisonings relevant to public health, the patho-logical complications they cause in humans and their prevention are discussed.

LookUs & Online Makale
w