ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 67 (1)
Cilt: 67  Sayı: 1 - 2010
TÜM DERGİ
1.
Basılmış tüm dergi
Full printed journal

Sayfa 
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Sağlık Bakanlığı Eğitim Hastaneleri Bulaşıcı Hastalıkları Daha Yüksek Oranda Bildiriyor
Ministry of Health’s Education Hospitals are More Likely to Notify Communicable Diseases
Raika Durusoy, Ali Osman Karababa
Sayfalar 1 - 12
AMAÇ: Bu çalışmada, laboratuvar verilerinin bulaşıcı hastalık bildirimlerine katkısını değerlendiren bir çalışmanın verileri kullanılarak sağlık hizmeti veren değişik kurumlar
arasında bulaşıcı hastalık bildirim oranları açısından fark olup olmadığı araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmada serolojik olarak tanı olanağı bulunan, bildirimi zorunlu hastalıklar olan hepatit A, B, C, bruselloz, sifiliz, kızamık ve HIV/AIDS seçilmiştir. İzmir ilinde serolojik test uygulayan tüm sağlık kurumları ziyaret edilmiş ve çalışmaya katılmayı kabul edenlerden ilgili hastalıklara dair pozitif olan sonuçlarla ilgili 2003 verileri toplanmıştır. Aynı olguya ait
mükerrer kayıtlar birleştirilmiştir. Laboratuvarlarda saptanan olgular, 2003 yılında İzmir Sağlık Müdürlüğü’ne yapılan bildirimlerle eşleştirilmiştir. Olguların saptandıkları kurum türüne göre bildirim oranları karşılaştırılmıştır. Sonuçların istatistiksel analizinde ki-kare testi kullanılmıştır.
BULGULAR: İzmir’de serolojik test uygulayan tüm kurumların % 84,2’si (n=133) çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Laboratuvarlarda saptanan 2563 olgunun bildirim oranları kurum türüne göre hastalık bazında karşılaştırılmıştır. Kamuya ait sağlık kurumlarında saptanan hepatit
A (% 34,3) ve C (% 3,5) olgularının bildirilme oranı, özelde saptanan olgulardan (% 9,8 ve % 0,6) daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Hastanelerde saptanan hepatit A olgularının bildirilme oranı (% 34,3), laboratuvarlarda saptananlardan daha yüksektir (% 9,8, p<0,05). Hepatit C’de ise kan merkezinde saptanan olguların bildirilme oranı, hastane ve laboratuvarlardan daha yüksektir (sırasıyla % 26,7; % 0,8, % 1,2, p<0,05). Metropolde yer alan kurumlarda ve kamu üçüncü basamak hastanelerinde saptanan olguların bildirilme oranı diğerlerine göre daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Sağlık Bakanlığı hastanelerinde saptanan olguların bildirim oranı, bruselloz hariç SSK hastanelerinden daha yüksektir (p<0,05).
SONUÇ: Laboratuvarda saptanan olguların bildirilme oranı, kurumun türüne göre değişmektedir. Kentte yer alan kurumlarda ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim hastanelerinde bildirim oranları daha yüksektir. Bu farklılıkların bilinmesi, bildirim oranını arttırıcı çalışmalarda yol gösterici olacaktır.
OBJECTIVE: In this study, it was determined that if there was a difference between the notification rates of different types of health facilities by using the data of a study which evaluated the contribution of laboratory data into communicable disease surveillance.
METHODS: Serologically detectable and notifiable diseases; hepatitis A, B, C, brucellosis, syphilis, measles and HIV/ AIDS were included in the study. All the health facilities applying serologic diagnostic procedures were visited and data on the positive results they found throughout the year 2003 were collected from participating facilities. Duplicate records of
the same cases were merged. Cases found in laboratories were matched with the cases notified to İzmir Provincial Health Directorate in 2003. Notification rates of cases found in different types of health facilities were compared. Chi-square test was used for statistical analysis of the results.
RESULTS: Among facilities applying serological tests in İzmir, 84.2% (n=133) accepted to participate in the study. Notification rates of 2563 cases diagnosed in laboratories were compared separately according to their facilities for each disease. Notification rates of hepatitis A (% 34,3) and C (% 3,5) cases found in public institutions were higher than private facilities (9.8% and 0.6%, respectively, p<0.05). Notification rates of hepatitis A cases in hospitals (34.3%) was higher than the cases found in laboratories (9.8%, p<0.05), while for hepatitis C it was higher in blood centers compared to hospitals and
laboratories (26.7%, 0.8%, and 1.2%, respectively, p<0,.05). Notification rates were found higher for the cases diagnosed in public tertiary care hospitals and facilities in urban area than the others (p<0.05). Notification rates of the cases diagnosed in Ministry of Health hospitals are higher than Ministry of Labour hospitals (p<0.05), except for brucellosis.
CONCLUSION: Notification rates of cases found in laboratories show variation among types of health facilities. Notification rates of facilities in urban area and of Ministry of Health tertiary care hospitals are significantly higher. Knowing these differences might aid in formulating interventions to increase notification rates.

3.
Epitelyal Olmayan Over Kanserlerinde Pcna Ekspresyonu Ve Prognoza Etkileri
Pcna Expression in Non-Epithelial Ovarian Tumors and Correlation of Prognosis
Faruk Abike, Sema Zengeroglu, İlkkan Dünder
Sayfalar 13 - 19
AMAÇ: PCNA kolorektal ve mesane karsinomlarında proliferasyon belirteci olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, PCNA’nın non-epitelyal over tümörlerinde proliferasyon indeksi olarak kullanılabilirliği araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Patolojik olarak non-epitelyal over kanseri tanısı alan 30 olgunun PCNA immünreaktivitesi, streptoavidin-biotin antikor kompleksi kullanılarak değerlendirilmiştir. PCNA immünreaktivitesi ve Lİ indeksi ile non-epitelyal tümörlerdeki stage, grade ve lenf nodu tutulumu arasındaki olası ilişki araştırılmıştır.
BULGULAR: Çalışmamıza alınan hastaların yaş ortalaması 52.6 ± 6.7, ortalama doğum sayısı 3.1±1.5 ve ortalama vücut kitle indeksleri 26.7 ± 4.2 kg/m2 olarak belirlenmiştir. Olguların % 83’ü postmenopozal, % 17’si premenopozal dönemde olduğu, % 47’sinin 5 yıldan uzun süreli sigara kullanımı öyküsü bulunduğu saptanmıştır. En sık rastlanan histolojik tipin Disgerminom (% 27) olduğu, klinik evrelerine göre dağılımlarının ise; stage 1, 2, 3 ve 4 için sırasıyla % 33, % 13, % 47, % 7 olduğu gözlenmiştir. Histolojik olarak % 47’si grade 3, % 33’ü grade 2 ve % 20’si grade 1 olarak belirlenmiştir. Nonepitelial over tümörlerinde klinik stage ve grade arttıkça PCNA immunureaktivitesi ve Li indeksi de parelel olarak anlamlı artış göstermiştir (p<0.001). Diğer taraftan lenf nodu tutulumu ve tümör histolojik tipi ile PCNA immunreaktivitesi arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır (p>0.05).
SONUÇ: Non epitelial over tümörlerde klinik ve histolojik evre ile PCNA ekspresyonu arasında bir korelasyon bulunmakla beraber, tümör proliferasyonu indeksi olarak PCNA kullanımı için daha ileri çalışmalar yapılması gerekmektedir.
OBJECTIVE: In colorectal and bladder carcinoma PCNA is used as a proliferation marker. This study examined the utility of PCNA as a proliferation index in non-epithelial ovarian tumors.
METHODS: In 30 cases diagnosed with routine pathological procedures as non-epithelial ovarian cancer, the PCNA immunoreactivity was evaluated by a streptoavidin-biotin antibody complex. The possible correlations between PCNA immunoreactivity and LI index with stage, grade and lymph node involvement in non epithelial ovarian tumors were investigated.
RESULTS: In our study, mean patient age 52.6 ± 6.7 years old, mean parity 3.1±1.5 and mean BMI 26.7 ± 4.2 kg/m2 were determined. It was found that 83 % of patients were at postmenopausal period and 17 % premenopausal and in patient histories, 47 % of patients were smoking over the five years. Most common hystological type was found as Dysgerminoma (27%) and clinical stage distributions were determined as stage 1 (33%), stage 2 (13%), stage 3 (47%), stage 4 (7%) in all patients. Grade 1 (20%), Grade 2 (33%) and Grade 3 (47%) were found according to histological classification.
In our study, it was determined in non-epithelial ovarian tumors that as stage and grade of tumor increased, PCNA immunoreactivity and LI index were also elevated statistically meaningful (p<0.001). No statistically meaningful correlation was found between PCNA immunoreactivity and lymph node involvement, or PCNA and histopathological type of the tumor (p>0.05).
CONCLUSION: Further studies are needed in order to use PCNA as tumor proliferation index in non-epithelial ovarian tumors.

4.
Hidatik Kistte Canlılık Tayininde İdeal Boyanma Kalitesi İçin Kullanılan Eozinin Konsantrasyonu Ne Olmalı ?
What Should Be The Concentration of Eosin to Qualification of İdeal Staining for Viability Determination on Hydatid Cyst ?
Özlem Miman, Ö. Makbule Aycan, Cemalettin Aydın, Metin Atambay
Sayfalar 21 - 26
AMAÇ: Hidatik kistte canlılık tayini, in vitro ve in vivo çalışmaların yanı sıra ilaç denemelerine yönelik çalışmalarda da önem arz etmektedir. Fertil kistlerde protoskolekslerin canlılık oranlarını saptamak amacıyla neutral red, methylene blue, eosin, Papanicolao, Giemsa, Ziehl-Neelsen, toluidine blue ve trypan blue gibi çeşitli vital ve avital boyalar kullanılmaktadır. Yaygın olarak ise eozin tercih edilmektedir. Prosedürlerde farklı konsantrasyonlarda eozin kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışma ile protoskoleks canlılığının araştırılmasında kullanılan eozinin ideal konsantrasyonunun belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Protoskoleksler eozinin % 0.05, % 0.1, % 1, % 3 ve % 5‘lik konsantrasyonları ile muameleye tabi tutulmuştur. Eozin boyama yöntemi ile 500 protoskoleks canlılık yönünden 0., 5., 15., 30. ve 60. dakikalarda incelenmiştir.
BULGULAR: Alev hücreleri motilitesi ve kontraktilitesinin değerlendirmesine dayalı protoskolekslerin canlılık testinde kullanılacak eozin için ideal konsantrasyonlar % 0.1 ve % 1 olarak saptanmıştır. % 1’den yüksek eozin konsantrasyonlarında; canlı protoskolekslerin koyu boyanan zemin üzerinde ayırt edilmesinin zor olduğu izlenmiştir. % 0.1’den düşük konsantrasyonlarda ise; alev hücresi motilitesi ve kontraktilite olmamasına karşın, ölü protoskolekslerin “canlı” olarak hatalı bildirilebileceği belirlenmiştir.
SONUÇ: Eozin ucuz, toksisitesi az, kolay hazırlanabilir ve ulaşılabilir bir boya maddesidir. Bu özellikleri nedeniyle protoskolekslerin canlılık testlerinde tercih edilen eozinin, ideal boyanma kalitesi ve doğru canlılık kararına yardımcı olabilmesi için % 0.1 ve % 1’lik konsantrasyonların kullanılması önerilmektedir.
OBJECTIVE: The viability assessment in hydatid cyst is important for both in vitro and in vivo studies, and also drug experiments. Several vital and avital stains as neutral red, methylene blue, eosin, Papanicolao, Giemsa, Ziehl-Neelsen, toluidine blue and trypan blue have been used to assess viability of protoscoleces in fertile cysts. Of them, eosin is widely preferred stain. Various concentrations of eosin have been used in the procedures. In this study, it was aimed to determine the ideal concentration of eosin for assessing protoscolex fertility.
METHODS: Protoscoleces were treated with these eosin concentrations: 0.05 %, 0.1 %, 1 %, 3 %, and 5 %. A total of 500 protoscoleces were examined by eosin staining techniques with 0., 5., 15., 30. and 60.-minute intervals.
RESULTS: Ideal concentrations of eosin which will be used for viability test to determine the motile flame cells and contractile protoscolex were found as 0.1 % and 1 %. In viability test of protoscolex, more than 1 % concentrations of eosin dying caused difficulty for the decision of viability because of the darker background. On the otherhand, at lower consantrations of eosin less than 0.1 %, despate no flame cells motility and protoscolex contractility, dead protoscolex would be misidentified as “ alive”.
CONCLUSION: Eozin is a dye which is cheap, less toxic, easily prepared and available at anywhere. Because of those properties, it is prefered for the viability test of protoscolex and is recommended to use 0.1 % and 1 % concentrations for the ideal staining with helping to viability determination.

5.
Trabzon Göğüs Hastalıkları Hastanesi Çalışanlarında HBV, HCV ve HIV Seroprevalansı
Seroprevalances of HBV, HCV and HIV Among Healthcare Workers of Trabzon Chest Diseases Hospital
Yelda Yazıcı, Nagihan Demir, Halit Çınarka, Hülya Yılmaz, Nedime Altıntaş
Sayfalar 27 - 32
AMAÇ: Sağlık çalışanları kan ve vücut sıvılarıyla karşılaşmalarından dolayı enfekte olma riski altındadırlar. Bu çalışmada, Trabzon Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde 2006-2008 yıllarında çalışmakta olan 327 sağlık personelinde hepatit B virusu (HBV), hepatit C virusu (HCV) ve insan immünyetmezlik virusu (HIV) seroprevalansının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışmada 2006-2008 yılları arasında hastane personelinin sağlık taraması amacıyla oluşturulan bilgi formları retrospektif olarak incelenmiştir. Bilgi formlarındaki hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), hepatit B yüzey antikoru (anti HBs), HCV antikoru (anti HCV) ve HIV antikoru (anti HIV) sonuçları değerlendirmeye alınmıştır.
BULGULAR: HBV’na ait serolojik göstergeler değerlendirildiğinde 135 (%41.3) personelin aşısız, 135 (%41.3)’nin aşılı, 49 (%15)’nun doğal bağışık ve 8 (%2.4)’inin de taşıyıcı olduğu saptanmıştır. HBV seronegatif olan sağlık çalışanları hepatit B aşı programına alınmıştır. Hastane çalışanlarında anti HIV pozitifliği saptanmazken, 3 (%0.9)’ünde anti HCV titresi pozitif olarak tespit edilmiştir.
SONUÇ: HBV, HCV ve HIV tarama testleri sağlık çalışanlarında yapılarak serolojik durumları tanımlanmalıdır. Özellikle HBV için aşılama, bağışıklığı olmayan personelde korunma için önemlidir.
OBJECTIVE: Healthcare workers are at risk of infection due to exposure to blood and other body fluids. In this study, it was aimed to determine seroprevalence of hepatitis B virus (HBV), hepatitis C virus (HCV) and human immunodeficiency virus (HIV) in 327 healthcare workers of Trabzon Chest Diseases (TCD) Hospital between the years 2006 and 2008.
METHODS: In the study, personnel information forms of the TCD hospital created for the purpose of health screening between the years 2006 to 2008 were evaluated retrospectively. Results for hepatitis B surface antigen (HBsAg), hepatitis B surface antibody (anti HBs), HCV antibody (anti HCV) and HIV antibody (anti HIV) at the form were evaluated.
RESULTS: Evaluation of the serological markers of hepatitis B virus showed that 135 (41.3%) of healthcare workers were not vaccinated, 135 (41.3%) of them were vaccinated, 49 (15%) of them were naturally immune, and 8 (2.4%) of them were carrier. All of the seronegative healthcare workers for HBV were included to a hepatitis B immunization program. All hospital workers were found negative for anti HIV and 3 (0.9%) of them were identified as positive for anti-HCV.
CONCLUSION: HBV, HCV and HIV screening tests should be performed among all health care workers at risk, and their current infection status should be identified. Particularly, HBV vaccination is important to protect non-immune personnel.

DERLEME
6.
Bitki Islahında Moleküler Belirteçlerin Kullanımı ve Gen Aktarımı
Application of the Molecular Marker and Gene Transfer in Plant Breeding
Çigdem Vardar Kanlıtepe, Sümer Aras, Demet Cansaran Duman
Sayfalar 33 - 43
Bu çalışma; belirteç yardımlı seleksiyon (MAS) kullanımındaki teknikler ile ilgili genel bilgi vermektedir. Tarımsal olarak önemli pek çok tür için moleküler belirteç haritaları oluşturulmuştur. Dünyada bu alanda fazla sayıda kaynak ve potansiyel var olmasına rağmen, henüz belirteç yardımlı seleksiyonla gelişen tarım ürünleri için ticari ıslah programlarında beklenen düzeyde yarar sağlanamamaktadır. Bu derlemede, bitki ıslahının hem temel genetik ilkeleri hem de klasik ıslah yöntemlerinden bahsedilmiştir. Ayrıca, bitki ıslahında karşılaşılan sorunlar biyoteknoloji ve genetik mühendislik yöntemleri dikkate alınarak ayrıntılı olarak incelenmiştir. Genetik ıslah aracı olarak belirteç yardımlı seleksiyon kullanımının potansiyel önemi değerlendirilirken bu tekniğin ekonomik maliyeti, yararları, potansiyel zararları da göz önünde bulundurulmalıdır.
This study provides an overview related to the techniques in using marker-assisted selection (MAS). Molecular marker maps have been constructed for the majority of agriculturally important species. Despite the enormous potential and considerable resources invested in this field in the world. MAS has not yet delivered its expected benefits in commercial breeding programmes for crops development. In this review, it was discussed about the basic genetic principles of plant breeding and conventional breeding methods. In addition, it was examined in details the problems encountered of plant breeding by taking into account the biotechnology and genetic engineering methods. When evaluating the potential merits of applying MAS as a tool for genetic improvement, economic cost, benefits and potential hazards of this technique should be considered.

7.
Gateway Klonlama Teknolojisine Genel Bakış Daha Hızlı, Daha Kolay, Daha Etkin Bir Klonlama Yöntemi
General View on Gateway Cloning Technology Faster, Easier, More Accurate Cloning Method
Meryem Jefferies, Mustafa Hacıömeroğlu
Sayfalar 45 - 51
Gateway Klonlama Teknolojisi, James Hartley, Dominic Esposito ve Mike Brasch adlı araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir. Bu teknoloji temel olarak, bakteriyofaj lambdanın spesifik rekombinasyon özelliklerine göre ayarlanabilen, evrensel bir klonlama yöntemidir. Gateway Klonlama iki aşamada gerçekleştirilmektedir. Amplifiye edilen ve attB içeren PCR ürününün, attP içeren uygun bir donör vektörle BP klonaz enzimi yardımıyla birleşerek attL içeren bir giriş klonu meydana getirdikleri aşama BP olarak adlandırılan birinci aşamadır. İkinci aşama ise LR aşaması olarak adlandırılmaktadır. Bu aşamada, BP aşaması ile elde edilen giriş klonu, attR içeren hedef vektöre LR klonaz enzimi yardımıyla transfer edilerek, attB içeren hedeflenen klon elde edilmektedir. Gateway Klonlama Teknolojisinin birçok avantajı bulunmaktadır. Bu ileri klonlama teknolojisi, hızlı ve etkili bir şekilde DNA zincirinin çoklu vektör sistemine uygulanarak istenen proteinin elde edilmesini ve fonksiyonel analizinin yapılmasını olanaklı kılmaktadır. Ayrıca çok sayıda genetik DNA zincirinin çoklu sayıda hedeflenen vektörlere transferini sağlamaktadır. Çok sayıda örneklerin uygulanmasına uygun formatta adapte edilebilmektedir. İstenen vektör, hedeflenen gateway vektörüne kolaylıkla transfer edilebilmektedir. Sonuç olarak Gateway Klonlama Teknolojisinin başarılı sonuçları ve avantajları nedeniyle; özellikle aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarında ülkemiz bilim insanlarınca da tercih edilmesi önerilir.
Gateway technology is developed by scientists who are James Hartley, Dominic Esposito and Mike Brasch. The Gateway Cloning Technology is a universal cloning method based on the site-specific recombination properties of bacteriophage lambda. The Gateway Cloning is performed in two steps. The first step, called BP recombination, the reaction between an attB-flanked DNA fragment and an attP-containing donor vector to generate an entry clone. The second step is called as LR Reaction. In this stage, LR recombination reaction between an attL-containing entry clone and an attR-containing destination vector to generate an expression clone. Gateway Technology have lots of advantages. Advanced cloning technology, provides a rapid and highly efficient way to move DNA sequences into multiple vector systems for functional analysis and protein expression. Easily accommodates the transfer of a large number of DNA sequences into multiple destination vectors. Suitable for adaptation to high-throughput formats. Allows easy conversion of your favorite vector into a Gateway destination vector. It is the system that will be succesfully used on vaccine and drug development researches. As result, due to the Gateway Technology’s succesful results and advantages, it is reccommended that this technic should be preferred by our scientists particulary on drug and vaccine development.

LookUs & Online Makale
w