ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 75 (3)
Cilt: 75  Sayı: 3 - 2018
ARAŞTIRMA
1.
Türkiyenin Doğu Karadeniz Bölgesi'nde istilacı Aedes Türlerinin İzlenmesi ve Kontrolü
Surveillance and Control of Invasive Aedes Species in the Eastern Black Sea Area of Turkey
Muhammet Mustafa Akıner, Berna Demirci, Hilal Bedir, Ahmet Ferhat Doğan, Akgün Gökdemir, Seher Topluoğlu, Ünal Altuğ, Zehra Özlem Kurtcebe, Hasan Irmak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.68736  Sayfalar 225 - 238
GİRİŞ ve AMAÇ: Istilacı sivrisinek türleri tüm kıtalarda büyük problem olup birçok alanda ciddi sivrisinek kökenli hastalık salgınlarına neden olabilmektedir. Avrupa kıtasındaki son araştırmalar, pek çok otonom chikungunya vakalarının, istilacı Aedes albopictus ve Aedes aegypti türleri ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu türlerin ve diğer istilacı Aedine sivrisinek türlerinin kapsamlı bir şekilde izlenmesi, muhtemel salgınları önleme ve zamanında müdahale etmek için gereklidir. Bu çalışma, Doğu Karadeniz bölgesinde izleme ve kontrol çalışmalarının başarısı üzerine odaklanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İzleme çalışması 2016-2017 vektör aktif sezonda ve üç şehirde ECDC ve CDC yönergelerine göre gerçekleştirilmiştir. Kontrol çalışmaları, 2017 vektör aktif sezonun ikinci yarısında TC Sağlık Bakanlığı Zoonotik ve Vektörlü Hastalıklar Dairesi denetimi altında gerçekleştirilmiştir. Larva kontrolü için IGR, Bti / Bs karışımı ile sıvı Bti kullanılmıştır. Ergin kontrolü için farklı pyrethroidler, nikotin mimik ve doğal ürünler kullanılmıştır. Populasyon dalgalanmaları ve kontrol çalışmalarının başarısının değerlendirilmesi amacıyla Ae. albopictus için altı, Ae. aegypti için dört bölge seçilmiştir.
BULGULAR: 2016 yılında 22 yaygın, 2 yerel olarak yerleşik Ae. albopictus populasyonu saptanmıştır. 2016 yılında yaygın oranda yerleşik Ae. aegypti populasyonu 4 noktada, yerel yerleşik populasyon 10 noktada bulunmuştur. 2017 yılında üç şehirde 544 muhtemel larva gelişim alanı kontrol edilmiş, 194 noktanın Ae. albopictus tarafından istila edildiği ve kalıcı olarak yer aldığı bulunmuş, Ae. aegypti ise tüm alanda 25 noktada bulunmuştur. 2016 yılında Ae. albopictus populasyon yoğunlukları sezon boyunca dalgalanmış ve iki pik yapmıştır (Haziran-küçük, Eylül-büyük). Bu durumun aksine Ae. aegypti pikleri Ağustos ve Ekim aylarında görülmüştür. Tüm sezon boyunca tüm alanlarda Ae. albopictus için ortalama larva kontrol başarısı %69 fakat ergin kontrol başarısı %46 bulunmuştur. Ae. aegypti için hemen hemen benzer bir durum gözlenmiştir. Kontrol çalışmalarından sonra larva kontrol başarısı %61, ergin kontrol başarısı %37 bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma istila bölgesinde, istilacı iki türün, kalıcı, hızlı yayılma biçimi gösterdiğini ve yüksek populasyon yoğunluklu olduğunu göstermiştir. Kontrol çalışmaları kısıtlı bir zamanda olsa da başarı larva için %60’ın üzerinde, ergin için %40 civarında bulunmuştur. Düşük seviyedeki kontrol başarısı pek çok nedenle açıklanabilse de ana faktörler alanın coğrafik yapısı, iklimsel çeşitliliği ve çay ekim alanlarındaki insektisit kullanım kısıtlamasıdır. Bu nedenle entegre kontrol stratejileri için acil stratejik bir plan gereklidir.
INTRODUCTION: Invasive mosquito species are big problems on all continents and can cause serious mosquito borne diseases epidemics in many areas. Recent surveys of Europe continent showed that many autocthonous cases of chikungunya are related to the invasive Aedes albopictus and Aedes aegypti species. Extensive surveillance of these species and other invasive Aedine mosquito species is required for prevention and timely respond to possible outbreaks. This study focuses on surveillance and control operation success in Eastern Black sea area in Turkey
METHODS: Surveillance study was performed in 2016-2017 vector active season and three cities were surveyed according to ECDC and CDC guidelines. Control operations were performed during the second half of the 2017 active season under supervision of Turkish Ministry of Health Zoonotic and Vector borne Diseases Department. IGR, Bti/Bs mix and liquid Bti were used for larval control. Different pyrethroid, nicotin mimic and natural products were used for adult control. Six areas of Ae. albopictus and four areas of Ae. aegypti were selected for assessment of the population fluctuations and control operations success.
RESULTS: 22 widely and 2 locally established Ae. albopictus populations were detected in 2016. Widely established Ae. aegypti populations were detected in 4 locations and 10 locally established populations in 2016. 544 possible larval breeding sites were checked in three cities in 2017 and Ae. albopictus was found to be infested and persistent at 194 locations. Ae. aegypti was found only in 25 locations throughout the area. Population densities were fluctuated during the season with two population peaks (June-small, September-big) of Ae. albopictus in 2016. In contrast to this situation population peaks were seen in August and October in Ae.aegypti. Average larval control success was found 69% but adult control success was found 46% for all areas throughout the season for Ae. albopictus. Similar situation was observed for Ae. aegypti. Larval control success was found 61% and adult control success was found 37%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The study showed the persistence, rapid spreading pattern and high population density of the two invasive species in the invasion areas. Control operations success was found up to 60% for larvae and around 40% for adults despite the limited time of control operations. Low level of control operation success may be explained by many factors but main factors are geographical features of the region, climatic variations and insecticide usage restriction in the tea plantation areas. Therefore, an urgent strategic plan is required for integrated control strategies.

TÜM DERGİ
2.
THDBD 2018-3 Cilt 75 Tüm Dergi
TBHEB 2018-3 Vol 75 Full Printed Journal
Utku Ercömart
Sayfalar 225 - 322
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3.
Kolşisin’in MCF-7 İnsan Meme Adenokarsinoma Hücrelerinde Hücre Döngüsü Tutulumu ve MMP-2 mRNA Ekpresyonu Üzerine Etkileri
Effects of Colchicine on Cell Cycle Arrest and MMP-2 mRNA Expression in MCF 7 Breast Adenocarcinoma Cells
Filiz Bakar Ateş, Nuri Özmen, Ecem Kaya Sezginer, Emin Emre Kurt
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.22755  Sayfalar 239 - 244
GİRİŞ ve AMAÇ: Kolşisin, trisiklik alkaloid bir ilaç olup, klinikte anti-enflamatuvar etkisinden dolayı yaygın olarak kullanılmaktadır. Kolşisin uygun konsantrasyonlarda oral yollu kullanılmakta iken, yüksek konsantrasyonlarda toksik etki gösterdiği tespit edilmiştir. Bu nedenle, kanser araştırmalarında düşük doz kolşininin etki mekanizmaları üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Matriks metalloproteinaz-2 (MMP-2), matriks metalloproteinaz enzim ailesinin bir üyesi olup, kanserde ifade seviyesinin arttığı ve ekstrasellüler matriksi yıkıma uğratarak, kanser hücrelerinin metastazına neden olduğu bildirilmiştir. MMP’lerin bu önemli etkisi nedeni ile, kanser hastalığında metastazın önlenmesi amacı ile çeşitli bileşiklerin MMP üzerine inhibitör etkisini değerlendirilmesi kanser araştırmalarında önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmada, kolşinin’in, MCF-7 insan meme adenokarsinoma hücresinde hücre döngüsü tutulumu ve metastazda önemli rol oynadığı bilinen MMP-2 protein ifadesi üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, MCF-7 insan meme adenokarsinoma hücreleri kullanılmıştır (ATCC, HTB-22) Hücrelere 0.1, 10 ve 100 μg/ml konsantrasyonlarda kolşisin uygulanmış ve hücre canlılığı analizi MTT testi ile yapılmıştır. Kolşisin’in hücre döngüsü tutulumu üzerine etkisi analiz edilmiş ve G0/G1, S ve G2/M döngüsündeki hücre populasyonları yüzde (%) olarak ifade edilmiştir. Kolşisin’in MMP-2 mRNA ifade seviyesi üzerine etkisi ise gerçek zamanlı PCR (qRT-PCR) yöntemi ile tayin edilmiştir.
BULGULAR: 10 ve 100 μg/ml konsantrasyonlarda Kolşisin MCF-7 meme kanser hücresinin canlılığını istatistiksel olarak anlamlı derecede inhibe etmiştir. Kolşisin’in tüm konsantrasyonlarda, hücre döngüsünü G2/M fazında inhibe ettiği ve MMP-2 geninin ifade seviyesini anlamlı olarak azalttığı saptanmıştır (p<0.0001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmadan elde edilen sonuçlar ile kolşisinin, kanser çalışmaları için aday bir anti kanser bileşik olabileceğini gösterilmiş olup, mekanizmanın aydınlatılabilmesi için ileri çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
INTRODUCTION: Colchicine is a tricyclic alkaloid drug and it’s been clinically used for a long time because of its anti-inflammatory effects. Although colchicine has been safely used in oral applications, it’s been demonstrated that colchicine is toxic at higher concentrations. So, the mechanism of effects of low dose colchicine has been studied in cancer related researches. Matrix metalloproteinase-2 (MMP-2) is a member of matrix metalloproteinase enzyme family and it’s been demonstrated that MMP-2 expression is increased in cancer and it causes a metastasis of cancer cells through degradation of extracellular matrix. Because of this important effect of MMPs, the studies related to develop MMP inhibitor compounds have great importance in cancer investigations. At present study, it’s aimed to investigate the effects of colchicine on cell cycle arrest and MMP-2 mRNA expression in MCF-7 human breast cancer cells.
METHODS: In the study, MCF-7 human breast adenocarcinoma cells were purchased from ATCC. Cells were treated with 0.1, 10 ve 100 μg/ml colchicine and cell viability was determined via MTT assay. The effect of colchicine on cell cycle arrest was determined by Muse Cell Analyzer and the percent of cell populations at G0/G1, S and G2/M cycles were identified. The effect of colchicine on MMP-2 mRNA expression has been performed by real-time PCR (qRT-PCR) analysis.
RESULTS: Colchicine has significantly inhibited cell viability at 10 and 100 μg/ml concentrations. It’s been also demonstrated that colchicine has induced a cell cycle arrest at G2/M phase and downregulated mmP-2 mRNA expression of MCF-7 cells in all treated concentration (p<0.0001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of this study illustrated that colchicine may be a candidate anticancer compound for breast cancer studies and further studies are required to identify the underlying mechanism of effects.

4.
Bruselloz ve atipik pnömoni şüpheli hastalarda Coxiella burnetii antikor varlığının ELISA ve IFA yöntemleri ile araştırılması
Detection of Coxiella burnetii antibodies in patients with suspicion of brucellosis and atypical pneumonia by ELISA and IFA methods
Alev Çetin Duran, Cem Ergon
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.23255  Sayfalar 245 - 252
GİRİŞ ve AMAÇ: Query (Q) ateşi, Coxiella burnetii’nin neden olduğu zoonotik bir hastalıktır. Bulaş yolları ve klinik bulguları açısından Bruselloz ile oldukça benzerlik göstermektedir. Ayrıca, C. burnetii önemli bir atipik pnömoni etkenidir. Bu çalışmada, atipik pnömoni ve bruselloz şüpheli klinik bulguları olan hastalarda, C. burnetii antikorlarının ELISA ve IFA yöntemleri ile araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya,..... Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarı’nda Rose Bengal testi ile Brucella spp. yönünden, ELISA ve IFA yöntemleri ile C. burnetii dışındaki diğer önemli atipik pnömoni etkenleri olan Mycoplasma pneumoniae ve Chlamydia pneumoniae yönünden negatif saptanan hasta serumları alındı. Dosyaları incelenen ve Q ateşi açısından klinik ve laboratuvar bulguları olan hastalara ait serum örneklerinde, C. burnetii faz I ve faz II antikorları ELISA ve IFA yöntemleri ile araştırıldı. Q ateşinin en sık rastlanan klinik belirtileri olan ateş, baş ağrısı, myalji, artralji, grip benzeri hastalık bulguları, öksürük, göğüs ağrısı, solunum sıkıntısı gibi belirtileri ve eritrosit sedimentasyon hızında (ESR) ve transaminazlarda (AST, ALT) yüksekliği olan 84 hasta serumu çalışmaya dahil edildi. Çalışma grubu 46 (%54.8) kadın (ortanca/min-max=38.0/3-67 yaş) ve 38 (%45.2) erkek hastadan (ortanca/min-max=35.0/1-65 yaş) oluşmakta idi.
BULGULAR: C. burnetii’ye karşı %13.1 oranında seropozitiflik saptanmış olup, bu pozitiflikler %9.5 oranında geçirilmiş enfeksiyon, %1.2 oranında akut Q ateşi ve %2.4 oranında C.burnetii IgM antikoru pozitifliği şeklindeydi. C. burnetii IgG antikoru çocuk hastalarda saptanmazken, erişkinlerde %16.1 oranında ve en fazla 41-60 yaş arasındaki hastalarda (%19.2) saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ateşli olgularda, influenza benzeri hastalıklarda, atipik pnömonide ve bruselloz şüpheli klinik bulguları olanlarda, Q ateşinin ayırıcı tanıda akılda tutulması gerektiğini düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Query (Q) fever is a zoonotic disease caused by Coxiella burnetii. The transmission routes and clinical manifestations of C.burnetii are similar with brucellosis. C.burnetii is important agent of atypical pneumonia. In this study, C.burnetii antibodies were investigated by ELISA and IFA methods in patients whose clinical findings suspected with atypical pneumonia and brucellosis.
METHODS: In this study, the sera of patients were chosen who were determined to be negative for Brucella spp. by Rose Bengal test and for Mycoplasma pneumoniae and Chlamydia pneumoniae infections by ELISA and IFA in... Microbiology Laboratory of University Hospital. C. burnetii phase I and phase II antibodies were investigated by ELISA and IFA methods in serum samples of patients whose clinical and laboratory data were compatible with Q fever. Eighty four patients were included in the study who had symptoms and findings such as fever, headache, myalgia, arthralgia, flu-like syndrome symptoms, cough, chest pain, respiratory distress, elevation of ESR, ALT, AST. The study group consisted of 46 (54.8%) women (median / min-max = 38.0 / 3-67 years) and 38 (45.2%) male patients (median / min-max = 35.0 / 1-65 years).
RESULTS: Seropositivity of C.burnetii was detected in 13.1% of the study group, and 9.5% of theme was past infection, 1.2% was acute Q fever and 2.4% was C.burnetii IgM antibody positivity. While C.burnetii IgG antibodies were not observed in paediatric patients, positivity rate was 16.1% in adult patients and IgG positivity was highest between 41-60 years of age (19.2%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Q fever should be taken into consideration in the differential diagnosis of a febrile diseases, influenza-like illness, atypical pneumoniae, patients with symptoms suggestive of brucellosis.

5.
2-Pirazolin Yapısındaki Yeni Bir Bileşiğin Sentezi, Moleküler Modellemesi ve Monoaminoksidaz İnhibitörü Etkisinin Araştırılması
Investigation of Synthesis, Molecular Modeling and Monoaminoxidase Inhibitor Activity of a New 2-Pyrazoline Compound
Begüm Evranos Aksöz, Gülberk Uçar, Kemal Yelekçi
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.59219  Sayfalar 253 - 264
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Nöromediatörlerin yıkımından sorumlu olan monoamin oksidaz (MAO) enziminin izoformlarının (MAO-A ve -B) birçok hastalık ile yakından ilişkili olduğu; MAO inhibitörlerinin depresyon, Parkinson ve Alzheimer hastalığı gibi hastalıkların tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir. Grubumuzca daha etkin, tersinir ve az yan etkili yeni bir MAO inhibitörü (SH2U bileşiği) sentezlenmiş ve bu bileşiğin insan MAO enzimini (hMAO) inhibe etme yeteneği incelenmiştir. Ayrıca bu yeni bileşiğin hMAO ile etkileşimi, moleküler modelleme çalışmaları ile detaylı bir şekilde araştırılmıştır. Sentezlenen yeni bileşiğin hMAO’yu kuvvetli bir şekilde yarışmalı ve tersinir olarak inhibe ettiği bulunmuştur. Söz konusu bileşiğin Parkinson ve Alzheimer hastalıklarının tedavisinde ümit verici bir ilaç etken maddesi olabileceği düşünülmektedir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: 3’,5’-Dikloro-2’-hidroksi asetofenon ile p-tolualdehit’in metanol içinde KOH varlığında reaksiyona girmesiyle 1-(3,5-dikloro-2-hidroksifenil)-3-p-tolil prop-2-en-1-on (3’,5’-Dikloro-2’-hidroksi-4-metil şalkon) bileşiği sentez edilmiştir. Daha sonra elde edilen bu bileşiğin etanol içerisinde geri çeviren soğutucu altında izonikotinik asit hidrazit ile muamele edilmesiyle (3-(3,5-dikloro-2-hidroksifenil)-5-p-tolil-4,5-dihidropirazol-1-il)(piridin-4-il)metanon bileşiği sentez edilmiştir. Yapısı doğrulanan bu bileşiğin hMAO enzimi ile etkileşimi, ticari tayin kiti kullanılarak fluorometrik bir yöntemle incelenmiştir. Ayrıca söz konusu yeni bileşik ile hMAO arasındaki etkileşimler, moleküler modelleme çalışmaları ile aydınlatılmıştır.
BULGULAR: Sentezlenen bileşiğin yapısı, IR, Mass, 1H-NMR ve elemental analiz yöntemleri kullanılarak doğrulanmıştır. Yapısı doğrulanan bu bileşiğin etkin, seçici, tersinir, toksik olmayan bir hMAO-B inhibitörü olduğu ve inhibisyonun yarışmalı olduğu görülmüştür. Moleküler yerleştirme programı kullanılarak bileşiğin hMAO-B enziminin aktif bölgesinde hangi amino asit yan zincirleri ile ne tür girişimleri yaptığı belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yeni sentezlenen SH2U bileşiği, hMAO-B enzimini kuvvetle, seçici, yarışmalı ve tersinir olarak inhibe etmiştir. Sentezlediğimiz bileşik, bilinen seçici ama tersinmez MAO-B inhibitörü olan selejilin’den daha etkin ve seçici, tersinir olarak hMAO-B enzimini inhibe etmiştir ve Parkinson ile Alzheimer hastalığı tedavisinde kullanılabilecek bir ilaç etken maddesi olarak ümit vadetmektedir.
INTRODUCTION: Isoforms of monoamine oxidase (MAO-A and -B) which are responsible for the degradation of neuromediators are involved in many diseases, and MAO inhibitors are used for the treatment of some diseases such as depression, Alzheimer’s and Parkinson’s diseases. Thus, a novel compound, SH2U was synthesized and its ability for the inhibition of human MAO (hMAO) activity was investigated by our group. In addition, the interaction of SH2U with hMAO isoforms have been investigated in detail using molecular modelling technics. It has been found that SH2U inhibited hMAO-B potently, selectively, competitively and reversibly suggesting that the novel compound may be a promising drug agent for the treatment of Parkinson's and Alzheimer's diseases.
METHODS: 1-(3,5-dichloro-2-hydroxyphenyl)-3-p-tolylprop-2-ene-1-on (3’,5’-Dichloro-2’-hydroxy-4-methyl chalcone) was prepared via the reaction of p-tolualdehyde and 3’,5’-Dichloro-2’-hydroxy acetophenone in methanol in the presence of KOH. Then, the obtained chalcone was treated with isonicotinic acid hydrazide under reflux in ethanol to give (3-(3,5-Dichloro-2-hydroxy phenyl)-5-p-tolyl-4,5-dihydropyrazol-1-yl) (pyridin-4-yl) methanone. The interaction of SH2U with hMAO isoforms was investigated fluorometrically using commercial kits. The interaction between SH2U and hMAO was also analyzed using AutoDock 4.2.6 program.
RESULTS: The structure of compound SH2U was confirmed using IR, Mass, 1 H-NMR and elemental analysis methods. SH2U appeared as a potent, selective, reversible and nontoxic hMAO-B inhibitor. Mode of inhibition was found to be competitive. Interactions of the new compound with the active site of hMAO-B were clarified using molecular modelling studies.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Compound SH2U inhibited hMAO-B potently, selectively, competitively and reversibly. The synthesized compound is found to be more potent and selective than selegiline, the known irreversible MAO-B inhibitor, indicating that SH2U appears as a promising active molecule to be used in the treatment of Parkinson's and Alzheimer's diseases.

6.
Üçüncü basamak bir hastanede tespit edilen cerrahi alan enfeksiyonlarının değerlendirilmesi.
Evaluation of surgical site infections detected in a tertiary care hospital.
Halide Aslaner, Esragül Akıncı, Ayşe But, Dilek Kanyılmaz, Aliye Baştuğ, Adalet Aypak, Meltem Arzu Yetkin, Pınar Öngürü, Hürrem Bodur
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.77150  Sayfalar 265 - 276
GİRİŞ ve AMAÇ: Cerrahi müdahalenin en önemli komplikasyonlarından biri Cerrahi Alan Enfeksiyonlarıdır (CAE). Bu çalışmada 2009-2014 yılları arasında beş cerrahi ünitede karşılaşılan cerrahi alan enfeksiyonlarının türleri ve izole edilen etkenlerin antibiyotik direnç oranlarının belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada altı yıllık süre içinde ( Ocak 2009- Aralık 2014 ) aktif sürveyans metodu ile CDC kriterlerine göre tanımlanan cerrahi alan enfeksiyonları değerlendirildi.

BULGULAR: Altı yıllık sürede beş cerrahi ünitede 800 adet cerrahi alan enfeksiyonu tesbit edildi. Cerrahi alan enfeksiyonu nozokomiyal enfeksiyonlar içinde bazı yıllarda ikinci, bazı yıllarda üçüncü en sık görülen enfeksiyon idi. Hastaların ortalama yaşı 58,18±16,86 olup %53,07’si erkekti. Çalışmaya dahil edilen hastaların 87’si (%10,87) yüzeyel CAE, 299’u (%37,37) derin CAE ve 414’ü (%51,75) organ boşluk CAE idi. En fazla organ boşluk CAE Genel Cerrahi Kliniği’nde tesbit edildi. İzole edilen mikroorganizmalar Escherichia coli, (% 26,16’sı), Acinetobacter spp. (%22,53’ü), Staphylococcus spp, (%14,63’ü), Enterococcus spp. (%11,78’i), Klebsiella spp. (%8,16’i), Pseudomonas spp. (%7,64’ü), Enterobacter spp. (%3,36’sı), Candida spp. (%1,68’i), Proteus spp. (%1,42’si) ve %2,59’u diğer mikroorganizmalar idi.
Acinetobacter spp. yüksek oranda (82,60%-100%) meropeneme ve çok ilaca dirençli yapıya sahipti. Genişlemiş spektrumlu beta laktamaz (GSBL) üreten E. coli oranı 2009-2014 yıllarında %46,93-%16,66 arasında idi. Tüm Enterobacter spp.karbapenem duyarlı idi. S. aureus’un %73,33’ü ve koagülaz negatif stafilokokların %78,26’ı metisilin dirençli idi. Enterokoklarda 2011 yılında 2, 2014 yılında 1 vankomisin dirençli bakteriye rastlanmıştı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Her ünite uygun antimikrobiyal profilaksi ve ampirik tedavi için, kendi epidemiyolojik verilerini, CAE sıklığını ve etiyolojisini tanımlamalıdır. Böylece akılcı ampirik antibiyotik kullanımına, CAE ilişkili sağlık harcamaları, morbidite ve mortaliteyi azaltmaya yardımcı olabilir.
INTRODUCTION: One of the most important complications of surgery is postperative surgical site infections (SSI). In this study, it is aimed to investigate the species and antimicrobial resistance rates of the isolates in SSI in five surgical units between 2009-2014.
METHODS: In this study, the SSI’s which were detected by active surveillance method and defined according to Centers for Disease Control and Prevention criteria (CDC) were evaluated in the five surgery units during the six-years period (January 2009-December 2014).
RESULTS: During six-years period, 800 SSI were detected in five surgery units. SSI was the second most common type in some years and the third most common type in other years of hospital-acquired infections. The mean age was 58,18±16,86 years, and 53,07% were men. Of the patients included in the study 87 (10,87%) were incisional SSI, 299 (37,37%) were deep SSI, and 414 (51,75%) were organ space SSI. The most prevalent organ space SSI was detected in General Surgical Clinic. The isolated microorganisms were Escherichia coli (26,16%), Acinetobacter spp. (22,53%), Staphylococcus spp (14,63%), Enterococcus spp. (11,78%), Klebsiella spp. (8,16%), Pseudomonas spp. (7,64%), Enterobacter spp. (3,36%), Candida spp. (1,68%), Proteus spp (1,42%) and other microorganisms (2,59%).
Acinetobacter spp. were higly resistant to meropenem (82,60%-100%) and had multidrug resistant patern. The ratio of E. coli which produces extended spectrum beta lactamase changed between 46,93%-16,66% in 2009-2014. Enterobacter spp. was susceptible to carbapenem. Methicillin resistance was found in 73,33% of S. aureus and 78,26% of CNS strains. It was observed that of the enterecocus, in 2011 two, and in 2014 one were resistant to vancomisin.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Every unit should define her own epidemiologic data, frequency and etiology of SSI in order to approach their antimicrobial prophylaxis and empric treatment rationally. It may help to organize proper antibiotic use, minimize morbidity, mortality and healthcare costs associated with SSI.

7.
Bir hastane yemekhanesinde yaşanan gıda zehirlenmesinin incelenmesi
Investigation of food poisoning in a hospital cafeteria
Özlem Terzi, Şule Özdemir, Mustafa Yasin Selçuk
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.60783  Sayfalar 277 - 286
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada bir hastane yemekhanesinde verilen öğle yemeği sonrası ortaya çıkan gıda zehirlenmesi salgınının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma salgın inceleme basamakları takip edilerek retrospektif bir kohort araştırması olarak yapıldı. Çalışmada 08/08/2017 tarihli gıda zehirlenmesi hakkında veri toplamak amacıyla 18 soruluk bir anket hazırlandı. Gıda hazırlanması ve sunulması aşamasında besin zehirlenmesine yol açabilecek faktörler göz önüne alınarak çalışanların portörlük incelemeleri ve mutfak ortamından sürüntü örneklerinin mikrobiyolojik analizleri yapıldı. Ayrıca resmi kurumlara gerekli bildirimlerin yapıldığı, gıda örneklerinin ve gıda yıkama-hazırlama için kullanılan su örneklerinin alındığı belirlendi. Anket sonuçlarına göre risk faktörlerinin değerlendirilme için Binary Lojistik Regresyon analizi yapıldı. Rölatif Risk (RR) %95 güven aralığında p<0,05 ise istatistiksel anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Söz konusu tarihte hastanede bulunan personel, intörn ve refakatçı toplam 279 gönüllü kişinin anketi yanıtladığı belirlendi. Tüm katılımcıların yaş ortalaması 36,7±9,5 yıldı ve % 64,6’sı kadındı. En sık ifade edilen şikayetlerin sırasıyla ishal (%55,2), karın ağrısı (%54,8) ve bulantı (%43,0) olduğu belirlendi. İshal şikayeti olan toplam 153 kişinin %79’unda sulu ishal olduğu tespit edildi. İlk şikayetlerin başlama süresine göre ortalama inkübasyon süresi (İS): 8,7±3,4 saatti. Çizilen salgın eğrisinin tek bir tepe noktasının olması bu salgının tek kaynaklı bir salgın olduğunu göstermekteydi. Şikayetlerinin varlığı ve sayısı dikkate alınarak yapılan değerlendirmede katılımcılardan 171 kişinin (%61,3) “vaka” ve 108 kişinin ise (%38,7) “sağlam” olduğu belirlendi. Vaka ve sağlam olarak belirlenenlerin tükettikleri yemeklere göre yapılan regresyon analizinde “fırında tavuk” için RR=20,9 (p=0,004) ve “salata” için RR=2,2 (p=0,019) olarak hesaplanırken, besinler için hesaplanan atak hızları ise %5,8 ile 66,6 arasında değişiyordu. Yapılan mikrobiyolojik analizlerde ise gıda yıkama ve hazırlama suyunda üreme olmadığı, alınan gıda örneklerinden sadece salata da Bacillus cereus üremesi olduğu, yemekhane çalışanların portörlük incelemesi sonuçlarının normal olduğu tespit edildi. Yemekhaneden alınan çevre örneklerinden ekmek doğrama tahtası, robot açma düğmesi, fırın açma koluna ait örneklerde de B. cereus üremesi olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yapılan değerlendirmeler sonucunda salgın etkeninin B. cereus olduğu belirlendi. Muhtemel bulaş yolunun salata yapımında kullanılan çiğ sebzelerin yeterince yıkanmaması veya mutfaktaki gıda hazırlama alanlarının ve/veya malzemelerin yeterli düzeyde temizlenmemesi nedeniyle kontamine olan salatanın tüketimi olduğu kanaatine varılmıştır
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to evaluate the food poisoning outbreak after lunch given in a hospital cafeteria.
METHODS: This study was conducted as a retrospective cohort study following the outbreak investigation steps. Considering the factors that may lead to food poisoning during the preparation and presentation of food, microbiological analyzes of employees' portraits and swab samples from the kitchen environment were carried out. In addition, it was determined that official notices were made, food samples were taken and water samples used for food washing and preparation were taken. Binary Logistic Regression analysis was performed to evaluate the risk factors according to the survey results. Relative Risk(RR) was considered statistically significant when p <0.05 for 95% confidence interval.
RESULTS: A totalof279 volunteers from staff, interns and companions in the hospital answered the questionnaire. The average age of all participants was 36.7±9.5 years and 64.6% were female. The most frequently reported complaints were diarrhea(55.2%), abdominal pain(54.8%) and nausea(43.0%). It was determined that 79% of the total 153 people complaining of diarrhea had watery diarrhea. The mean duration of incubation according to the onset of first complaints was 8,7±3,4hours. There was only one peak of the outbreak epidemic, and it showed that this epidemic was a single-source epidemic. A 171 persons(61.3%) were"case"and 108 persons(38.7%) were"healthy" in the evaluation based on the presence and the number of complaints. In the regression analysis according to the foods consumed by the case and the healthy ones, RR=20,9(p=0,004) for the “chicken in the oven” and RR=2,2(p=0,019) for the"salad”. While the attack rates calculated for food ranged from 5.8to66.6%. In the microbiological analyzes made, it was determined that there was no reproduction in the food washing and preparation water, only the salads were Bacillus cereus urea among the food samples taken, and the results of the portraits of the cafeteria workers were found to be normal. it was determined that B.cereus was found in the samples of taken from the hospital kitchen examples.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result of the evaluations made, it was determined that the outbreak agent was B. cereus. It has been concluded that the probable route of contamination is that raw vegetables used in making salads should not be washed sufficiently or that contamination has occurred through the consumption of the salad, which is contaminant, due to the fact that the food preparation areas and / or materials in the kitchen have not been sufficiently cleaned.

OLGU SUNUMU
8.
Psychoda Albipennis’e Bağlı Tekrarlayan Üriner Myiasis
Recurrent Urinary Myiasis Caused By Psychoda Albipennis
Çiğdem Torun Edis, Özlem Erol, Aycan Gazyağcı, Mehmet Kavak
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.59455  Sayfalar 287 - 290
Myiasis canlı insan ve vertebralı hayvanların, çeşitli türlerin larvaları tarafından istilası olarak tanımlanır. Tropikal ve subtropikal ülkelerde insanlarda myiasise neden olduğu bilinen sineklerin 50’den fazla tipi vardır. Myiasis kötü hijyen ve sağlık koşulları, hareketsizlik ve ülsere lezyonlarla ilişkilidir. İnsanlarda genitoüriner sistemi çok nadiren tutarlar ve alışılmadık semptomlar oluşur. Bu olguda, insanlarda tipik olarak ürogenital myiasise neden olmayan Diptera takımına ait Psychoda albipennis'in etken olduğu tekrarlayan üriner myiasis’li bir hasta sunulmuştur. Sosyoekonomik seviyesi yüksek, şehirde apartmanda yaşayan 29 yaşındaki kadın hasta tekrarlayan, idrarda gri-krem renkli canlı kurtçuk düşürme şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Hastanın şikayetinin ilk iki periyotu 15-20'şer gün devam edip geçmiş; 10 gün önce başlayan son periyot ise azalarak halen devam ediyormuş. Bu periyotlarda hastada karın ağrısı, pelvik ağrı, karında şişkinlik, sık idrara çıkma, idrar yapmada zorlanma şikayetleri de mevcuttu. Hastanın laboratuar tetkikleri normal değerlerde idi. Ürolojik ve genital muayenelerinde de özellik saptanmadı. İdrardan toplanan canlı larvalar araştırılmak üzere Veteriner Fakültesi’ne yollandı ve Psychoda albipennis 4. dönem larvası olduğu teyit edildi. Hasta bir hafta üriner antiseptik ve antibiyotik kullanımı ile hijyen önerilerinin uygulanmasından sonra tamamen iyileşti. Sosyoekonomik ve hijyen koşulları yüksek olan hastada başka risk faktörü tespit edilemedi. Tekrarlayan myiasis için hasta ayrıntılı olarak sorgulandı. Hastanın banyosuna, apartman boşluğuna açılan havalandırma penceresinden devamlı küçük sineklerin geldiği öğrenildi. Hastaya banyo, tuvalet ve ortam dezenfeksiyonu anlatıldı. Bunların yapılmasını takiben hastanın şikayetleri tamamen kayboldu, altı aylık takiplerinde de myiasis enfestasyonu tekrar izlenmedi. Sanıldığından ve kliniklerde karşılaşılandan daha fazla vaka olduğunu düşündüğümüz ürogenital myiasis konusunda toplum ve klinisyen bilincinin artırılmasına dikkat çekmek amacıyla sunulmuş bir olgudur.
Myiasis is defined as the infestation of live human and vertebrate animals by larvae of varied species. There are more then 50 types of fly known to cause myiasis in humans in the tropical and subtropical countries. Myiasis is usually associated with poor general health and hygiene, restricted mobility and ulcerating lesions. Human cases involving the genitourinary system are very rare and present with unusual symptoms. In this case, a patient is presented with recurring urinary myiasis caused by Psychoda albipennis from the Diptera order, which typically does not cause urogenital myiasis in humans. 29-year old woman with high socioeconomic status, living in an apartment in the city center was admitted to our hospital with repeated complaints of live maggots in the urine. The first two episodes of gray, creamy-colored grubs live in patient's urine lasted for 15-20 days; The third period started 10 days before resorting to the hospital, and still continues slowly decreasing in intensity. In this period, the patient had abdominal pain, pelvic pain, abdominal bloating, frequent urination and urinary difficulties. The patient's laboratory tests were within normal values. Urologic and genital examination did not show any detectable features. The live larvae collected from urine samples were sent to investigate Veterinary Medicine. It was identified as the fourth stage of the moth fly Psychoda albipennis. The patient completely recovered after one week of urinary tract antiseptic, antibiotic usage and implementation of hygiene recommendations. No risk factor was identified in the patient who had proper hygienic conditions, was living in urban area and was of high socioeconomic status. Patient was questioned for recurrent myiasis. It was learned that the continuous existence of small flies in the patient's bathroom. Flies were found to come from the opening of the apartment space ventilation. Disinfection of toilet and bathroom was described in detail to the patient. Then the patient's complaints were completely disappeared. Myiasis infestation in patients 6 months of follow-up was not seen again. It is thought that there are more cases than encountered in clinical urogenital myiasis; this case is presented to increase awareness of the public and the clinicians and to draw attention to the phenomenon.

DERLEME
9.
Viral Enfeksiyonlarda Otofaji
Autophagy in Viral Infections
Onur Ülgenalp, B. Taylan Koç, Tuba Çiğdem Oğuzoğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.79923  Sayfalar 291 - 304
Viruslar hücre içi obligat parazit olmalarından ve birçok virus ailesinin farklı replikasyon stratejileri olmasından ötürü diğer mikroorganizmalara kıyasla hücre içi daha çok organel ve işlev ile yakın ilişkili olup bu mekanizmalar üzerinde etkileri mevcuttur. Bu etkilerin başında da hiç şüphesiz hücre ölüm mekanizmaları yer almaktadır. Viruslar ile yapılan replikasyon-patogenez çalışmalarında hücre ölümü olarak apoptoz ve nekroz üzerine pekçok çalışma yapılmıştır. Otofaji ise son yıllara kadar viral enfeksiyonlarda çok değerlendirilmemiş ama gündeme gelmesiyle viral enfeksiyonlarla ilişkisi araştırılmaya başlanmıştır. Otofaji (“Auto” ve “Phagy”; kelime anlamı "kendi kendini yeme"); hücrelerin çeşitli stres durumlarında kendilerini yok olmaktan korumak ve hemostazı devam ettirmek için kullandıkları katabolik bir süreç olup, hücre bu süreçte ihtiyacı olan enerjiyi kendi öz kaynaklarını sindirerek elde eder. Otofaji; organizmada çift katlı membrana sahip vezikül oluşumu ile şekillenen ve makro-, mikro-, şaperon ilişkili- otofaji olmak üzere bugüne dek tanımlanmış üç çeşidi bulunan fizyolojik bir olaydır. Son yıllarda otofaji ve viral enfeksiyonlarla ilgili çalışmaların sayısında hızlı bir artış yaşanmasının sonucu olarak; otofaji ve viruslar arasındaki karşılıklı etkileşim, DNA veya RNA virusu ailesinde bulunan birçok virus türü için araştırma konusu olarak ilgi çekmiştir. Virusların otofaji mekanizmasını immünolojik yanıttan kaçabilmek ve viral yaşam döngülerini devam ettirebilmek adına nasıl kullandıkları ve viral patogenezin moleküler mekanizmalarında otofajinin yerini sorgulanması temel çalışma konularını oluşturmaktadır. Bu araştırmalar ışığında elde edilen bilgilere göre; otofaji ve viruslar arasında iki tarafı keskin bir bıçağa benzetilebilecek bir ilişki bulunmaktadır. Hücre ölüm mekanizmalarından olan apoptoz ve nekrozdan farklı olarak bu fizyolojik olay; hücrenin stres durumunda oluşan besin ihtiyacına bir cevap olarak ortaya çıkacağı gibi, konakçı hücrenin bazı patojenlerden kurtulmak amacıyla başlattığı bir seri mekanizmayı da tetiklemektedir. Hatta bu olay, viruslar tarafından kendi lehlerine olacak şekilde; replikasyonlarını başlatabilmek veya devam ettirebilmek ve viral zarflarının oluşumuna yardımcı olarak da kullanılmaktadır.
Bu fizyolojik olay ile viruslar arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik bilgilerin sunulduğu bu derlemede; otofaji mekanizmaları, kullanılan yolaklar, otofajiyi uyaran ve başlatan proteinler, otofajinin çeşitli viruslar (tek başına bir virus veya aynı aileden iki virus arasındaki etkileşim durumunda) tarafından nasıl kullanıldığına yönelik bilgiler bulunmaktadır.
Because of the fact that viruses are intracellular obligatory parasites and many virus families have different replication strategies, their intracellular interactions are more closely related to organelles and function than other microorganisms and they have effects on these functions. Undoubtedly, cell death mechanisms are located at the top of these effects. Many studies have been carried out on apoptosis and necrosis as cell death in replication-pathogenesis studies performed with viruses. Autophagy has not been evaluated in viral infections until recent years, however, by the fact that autophagy has become a popular topic in biotechnology, investigation of the relationship between autophagy and viral infections has been begun.Autophagy ("Auto" and "Phagy", meaning "self-eating"); is a catabolic process that cells use to protect themselves from extinction in various stress situations and to maintain hemostasis, and the cell obtains the energy it needs by digesting its own resources. Autophagy; the organism is a physiological phenomenon with two types of membrane-shaped vesicle formation and three types of macro-, micro-, and chaperone-related autophagy up-to-date.
As a result of a rapid increase in the number of studies on autophagy and viral infections in recent years, the interaction between autophagy and viruses has attracted interest as a research topic for many types of viruses in the family of DNA or RNA viruses. It is the basic study of how viruses use the autophagy mechanism to avoid immunological response and maintain viral life cycles and question the autophagy's location in the molecular mechanisms of viral pathogenesis. According to the information obtained in the context of these studies; there is a relationship between autophagy and viruses that can be likened to a sharp blade on both sides. Unlike apoptosis and necrosis, this physiological event; it also triggers a series of mechanisms initiated by the host cell to get rid of some pathogens, as will the response of the cell to the need for nutrients in the event of stress. In fact, this incident will be in their favor by the viruses; replication can be initiated or sustained and used to assist in the formation of viral envelopes.
In this review, provides information on the relationship between this physiological event and the viruses, information on how autophagy is used by various viruses (in the case of a virus alone, or in the case of interaction between two viruses in the same family), autophagic mechanisms, pathways used, autophagy stimulating and initiating proteins.

10.
Özel saklama koşulu gerektiren veya soğuk zincire tabi ilaçlar ve uygulamalar açısından değerlendirmeler
Drugs subject to special storage conditions or cold chain and evaluation in terms of applications
Berrin Küçüktürkmen, Asuman Bozkır
doi: 10.5505/TurkHijyen.2018.67674  Sayfalar 305 - 322
Soğuk zincir; sıcaklığa hassas bir tıbbi ürünün hammadde aşamasından ambalajlı nihai ürüne dönüşüp kullanıcıya ulaşıncaya kadar geçen sürede, ruhsat sahibinin öngördüğü onaylanmış sıcaklık aralıkları içerisinde kalmasını sağlayan, depolama, taşıma ve dağıtımında uygulanan özel saklama koşuludur. Soğuk zincir uygulamasına tabii ürünler; immünomodülatörler, monoklonal antikorlar, hormonlar, enzimler, büyüme faktörleri, plazminojen aktivatörleri, koagülasyon faktörleri, immünolojik ürünler şeklinde sınıflandırılabilir. Soğuk zincir uygulamaları; biyofarmasötik ürünün endüstride üretiminden, dağıtımına ve uygulanmasına kadar her aşamasında sağlanması gerekmektedir. Soğuk zincir kırılması durumunda ürünlerin uygulanması hasta sağlığı için risk oluştururken, bu ürünlerin bozularak atılması, üretiminde kullanılan hammaddelerin ve yöntemlerin maliyetli olması nedeniyle ülke ekonomisine zarar vermektedir. Biyofarmasötik ürünlerin yapısında yer alan protein/proteinlerin kararsızlığı nedeniyle soğuk zincir uygulamasına ihtiyaç duyduğu saptanmıştır. Bu derlemede; biyolojik ve biyoteknolojik ürünlerin taşınması, saklanması ve dağıtımı sırasında aktivite kaybı yaşanmaması ve ürün kalitesinin her aşamada stabil kalması için uygulanan soğuk zincir koşulları kapsamlı olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca, biyofarmasötik ürünlerin temel yapısı olan proteinlerin degredasyon yolları ve degredasyona neden olma koşullarının preparatlar üzerindeki etkileri incelenmiş, donma ve sıcaklığa maruziyetin protein stabilitesi üzerindeki etkisi değerlendirilmiştir. Bu kapsamda aşılardaki soğuk zincir uygulamaları, aşıların nakli ve saklanma koşulları açısından verilen örneklerle değerlendirilmiştir. Bunu takiben soğuk zincir yönetimi ile ilgili uluslararası düzenlemeler, kılavuzlar ve Türkiye’deki soğuk zincir uygulamalarına yer verilmiştir.
Cold chain; is a special storage condition applied in the storage, transportation and distribution, which ensures that the temperature-sensitive medicinal product remains within the approved temperature ranges prescribed by the registration holder from the raw material stage to the packaged final product until reaching the user. Products subject to cold chain application can be classified as; immunomodulators, monoclonal antibodies, hormones, enzymes, growth factors, plasminogen activators, coagulation factors, immunological productsCold chain applications determined by the authorities need to be supplied at every stage ranging from the industrial production, distribution and administration of biopharmaceutical products. While the application of products in case of cold chain breakage poses a risk to the patient health, the disruption of these products causes pecuniary damage to the country economy because of the use of expensive raw materials and methods in the production of these products. In this review, the cold chain conditions applied to biotechnological and biological products to avoid the loss of activity and to provide stability at every stage during transport, storage and distribution have been extensively assessed. Unlike synthetic drugs, biopharmaceutical products were found to require cold chain application due to protein instability. In addition, the degradation pathways of proteins, the basic structure of biopharmaceutical products, and the effect of degradation causing conditions on preparations were examined and the effect of exposure to freezing and exposure to temperature on protein stability was evaluated. In this context, cold chain applications have been evaluated with the examples given for transport and storage conditions of the vaccines. Following this, international regulations and guidelines on cold chain management and cold chain applications in Turkey have been included.

LookUs & Online Makale
w