ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 73 (1)
Cilt: 73  Sayı: 1 - 2016
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2016-1 Cilt 73 Tüm Dergi
TBHEB 2016-1 Vol 73 Full Printed Journal
Murat DUMAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.02438  Sayfalar 0 - 98
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Vankomisin Dirençli Enterokok Suşlarının rep-PCR Yöntemi ile Klonal Analizlerinin Değerlendirilmesi
Clonal Analysis of Vancomycin-Resistant Enterocci Strains by rep-PCR Method
Seyit Ahmet Bayık, İpek Mumcuoğlu, Şenol Kurşun, Neriman Aksu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.94809  Sayfalar 1 - 8
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Vankomisin dirençli enterokoklar (VRE), hızlı yayılımları, artan mortalite oranları, sınırlı tedavi seçenekleri ve vankomisin direncini daha virulan patojenlere transfer etme olasılıkları nedeniyle önemli nozokomiyal patojenler haline gelmişlerdir. VRE enfeksiyonlarını engellemek için hastanelerde aktif sürveyans yapılmalıdır. Moleküler tiplendirme, sürveyans boyunca bulaş yollarının gösterilmesi için en uygun yöntemdir. Ancak; uygulaması kolay ve tekrarlanabilirliği yüksek tiplendirme metodlarının eksikliği yaşanmaktadır. Hastane salgınlarının belirlenmesi ve kontrol önlemlerinin alınmasında, kullanım kolaylığı ve hızlı sonuç vermesi ile rep-PCR, hızlı bir tarama metodu sunmaktadır. Bu çalışmada, hastanemizde bir aylık süreçte izole edilen VRE suşlarının rep-PCR yöntemi ile klonal analizlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya, bir aylık süreçte, dördü klinik örneklerden, 18’i hasta rektal sürüntü örneklerinden, 26’ sı çevre kültürlerinden elde edilen toplam 48 VRE suşu alınmıştır. İzolatların identifikasyon ve antibiyotik duyarlılık testleri Vitek 2 otomatize sistemi ile değerlendirilmiştir. Klonal analizleri rep-PCR yöntemi kullanılarak yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışılan 48 VRE suşunun tümü Enterococcus faecium olarak tanımlanmıştır. Rep-PCR yöntemiyle belirlenen dört klon A, B, C, D grupları olarak isimlendirilmiş ve sırasıyla bu gruplarda 35, 3, 2, 2 suş olduğu tespit edilmiş ve altı izolatın ise hiçbir klonla benzeşmediği görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemizde ilk VRE suşunun izole edildiği 2004 yılından beri hastane enfeksiyonlarını engellemek için riskli kliniklerde sürveyans yapılmaktadır. Ancak daha etkin enfeksiyon kontrolü için bulaş kaynaklarının ve geçiş yollarının kısa sürede gösterilmesi önemlidir. Bu çalışmada, rep-PCR yöntemi ile VRE suşlarının klonal yayılımı gösterilmiştir. Sonuç olarak rep-PCR yönteminin epidemiyolojik çalışmalarda kullanılabilecek ve infeksiyon kontrol önlemlerine yardımcı olabilecek, hızlı, uygulaması ve değerlendirmesi kolay bir yöntem olduğu düşünülmüştür.

3. 
Karbapenemlere Dirençli Non-Fermenter Gram Negatif Basillerde Antibiyotik Direnci ve Metallo-Beta-Laktamaz Pozitifliği
Antibiotic Resistance and Metallo-Beta-Lactamase Positivity in Carbapenem-Resistant Non-Fermentative Gram-Negative Bacilli
Mustafa Güzel, Yasemin Genç, Altan Aksoy, Penka Moncheva, Petya Hristova
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.55706  Sayfalar 9 - 14
GİRİŞ ve AMAÇ: Gram-negatif bakterilerde görülen antibiyotik direnci tüm dünyada giderek artan bir sorundur ve hem hastane içi hem de toplum kökenli enfeksiyonlarda hekimleri zorlayan bir konudur. Metallo-beta-laktamaz (MBL) üreten bakteriler ile oluşan enfeksiyonlar özellikle endişe vericidir; çünkü bu bakterilerdeki direnç genleri bir sınıf antibiyotiğin tümünü etkisiz kılabilirler. Ayrıca, MBL üreten bakteriler arasında çoklu ilaç dirençli suşların oranı da yüksek olmaktadır. Çoklu ilaç direnci non-fermenter Gram negatif basiller (NFGNB) arasında giderek artış göstermektedir. Bu çalışmada hasta örneklerinden izole edilen karbapenem dirençli NFGNB’de diğer antibiyotiklere direnç oranlarının ve E-test yöntemi ile MBL üretiminin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına Ocak 2014 ve Mart 2015 yılları arasında gönderilen yatan hasta örneklerinden izole edilen karbapenem dirençli NFGNB çalışmaya dahil edildi. İmipenem ve/veya meropenem dirençli suşlar karbapenem dirençli olarak kabul edildi. Fenotipik olarak MBL tayini için meropenem/meropenem+EDTA E-test stripleri kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 110 karbapenem dirençli NFGNB suş dahil edildi. Bunların %44,5’i Acinetobacter baumannii, %36,4’ü Pseudomonas aeruginosa idi. NFGNB suşlarının en fazla izole edildiği örnek trakeal aspirat (%37,9) olup bunu %22,3 ile kan, %17,5 ile yara ve %13,6 ile idrar örneği izledi. Karbapenem dirençli tüm NFGNB suşları göz önüne alındığında, en yüksek direnç oranları sırasıyla ampisilin-sulbaktam (%95,5), siprofloksasin (%87,8) ve sefepim (%83,3) için gözlendi. MBL pozitifliği 110 suştan yalnızca 1’inde (%0,9) saptandı. Bu suş idrar örneğinden izole edilen bir A. baumannii idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Giderek artan ve tedavisi güç ve maliyetli olan dirençli NFGNB enfeksiyonlarının kontrolünde klinik izolatların uygun antibiyogramı ve rutin MBL taraması ile enzim üreten suşların saptanması, sürveyansı ve akılcı antibiyotik kullanımı esastır.

4. 
Hastanemizde Üç Yıllık Süreçte Kan Kültürlerinden İzole Edilen Candida albicans ve non-albicans Candida Türlerinin Etken Olduğu Kandidemilerdeki Risk Faktörlerinin İrdelenmesi
Evaluation of Risk factors of Candida albicans and non-albicans Candida Candidemia in a Tertiary-Care Hospital for Three Years.
Hikmet Eda Alışkan, Emine Duygu Bozkırlı, Şule Çolakoğlu, Müge Demirbilek
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.49369  Sayfalar 15 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Candida türlerinin etken olduğu kan dolaşım enfeksiyonları, hastanede yatan hastalarda morbidite ve mortaliteyi artıran en önemli nedenlerden biridir. Fungusların etken olduğu kan dolaşım enfeksiyonları içerisinde en sık Candida türleri izole edilmektedir. Candida türlerinden C. albicans (CA)’ların yanı sıra non-albicans Candida (NAC) türlerinin prevelansı giderek artmaktadır. Çalışmamızda üç yıllık süreçte, pediatrik ve erişkin yaş grubundaki hastaların kan kültüründe CA ve NAC türlerinin etken olarak izole edildiği kandidemilerdeki risk faktörlerini belirlemek ve iki türün etken olduğu hastaları karşılaştırmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntem: Kandidemi şüpheli hastalardan kan kültürü için alınan örnekler BACTEC Aerobik/F şişesine inoküle edilmiştir. BACTEC 9240 (Becton Dickinson, Maryland, USA) cihazına yerleştirilmiştir. Pozitif üreme alarmı veren kan kültürü şişeleri çıkarılarak %5 koyun kanlı ve çikolata agar içeren besiyerlerine ekimleri yapılmıştır. Üreyen maya kolonilerine Germ Tüp testi yapılmıştır. Germ Tüp testi negatif olan kolonilerin, API20C AUX (BioMérieux, France) tanımlama kitleri ile tür düzeyinde tanımlamaları yapılmıştır. Germ Tüp testi pozitif olan izolatlar CA olarak tanımlanmıştır.
BULGULAR: : Kan kültüründe Candida üremesi olan 163 hastanın 100 (%61.3)’ü 0-17 yaş aralığında, 63 (%38.4)’ü >17 yaş ve 86’sının (%52.7) erkek, 77’sinin (%47.2) kadın olduğu görülmüştür. Toplam 163 hastanın 150’sinin enfeksiyon kaynağının hastane kökenli olduğu, 13’ünün ise toplumdan edinilmiş olduğu tespit edilmiştir. İzole edilen Candida türlerinin dağılımına baktığımızda; 79 (% 48.5)’unda CA, 84 (%51.5)’ünde NAC türlerin izole edildiği tespit edilmiştir. Candida türlerinin dağılımına baktığımızda, CA 79 adet (% 48.5); C. parapsilosis 54 adet (% 32.9), C. tropicalis 10 adet (% 6.1), C. famata 10 adet (%6.1), C. glabrata 5 adet (% 3.0) ve diğerleri (C. pelliculosa, C. crusei ve C. norvogensis) 5 adet (%3.0) olmak üzere NAC türlerinin toplam 84 adet (%51.5) olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Kan kültüründe Candida türlerinin üremesi olarak tanımlanan kandidemi gelişimi için; total parenteral nütrisyon kullanımı, santral venöz kateter varlığı, altta yatan hastalıklardan özellikle malignite ve yanıklı hastaların yanı sıra, öncesinde kullanılan antibiyotik tedavisi risk faktörleri olarak bulunmuştur. Bunlara ek olarak kandidemi öncesinde ampirik kullanılan antifungal ilaç tedavisi (p<0,05) ve uygulanan yanık cerrahileri örneğin; yanık dokusunun erken dönemde çıkarılması, nekrotik dokunun debritmanı ve cilde uygulanan greftleme, NAC türlerin etken olduğu kandidemilerde artmış risk faktörleri olarak değerlendirilmiştir.

5. 
Çeşitli Klinik Örneklerden 2006-2011 Yılları Arasında İzole Edilen Acinetobacter Türleri ve Antibiyotik Duyarlılıkları
Acinetobacter species isolated from various clinical specimens between 2006-2011 years and their susceptibilities against antibiotics
Cafer Eroğlu, Nevzat Ünal, Adil Karadağ, Hava Yılmaz, İbrahim Çağatay Acuner, Murat Günaydın
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.68915  Sayfalar 25 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: AMAÇ: Çalışmamızda son altı yılda hastanemizde izole edilen Acinetobacter türlerinin dağılımı ve antibiyotik duyarlılıklarının incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YÖNTEMLER: Çalışmaya Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Merkez Laboratuvarı Bakteriyoloji Subdisiplin Laboratuvarına Ocak 2006-Haziran 2011 tarihleri arasında çeşitli kliniklerden gönderilen örneklerden izole edilen Acinetobacter türleri dahil edilmiştir. İzolatların tanımlanmasında ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesinde konvansiyonel yöntemler ve Vitek 2 Compact (bioMérieux-SA France) otomatize sistemi kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışma döneminde toplam 3212 Acinetobacter türü izole edilmiştir. Acinetobacter izolatlarının tür dağılımı ve oranları; Acinetobacter baumannii- Acinetobacter calcoaceticus complex 3006 (% 93.6), Acinetobacter lwoffii 83 (% 2.6), Acinetobacter junii 27 (% 0.8) ve Acinetobacter haemolyticus 19 (% 0.6) Acinetobacter spp. 77 (% 2.4) olarak bulunmuştur. En fazla Acinetobacter izolatı 747 (% 23.2) trakeal aspirat örneğinden ve en çok yoğun bakım ünitesinden gönderilen 705 (% 21.9) örnekten izole edilmiştir. Son altı yılda seftazidim direnci % 70.2’den % 82.7’e, sefepim % 26.4’dan % 79.7’e, imipenem % 27.2’den % 77.2’ye, meropenem % 4.5’ten % 77’ye, siprofloksasin % 40.4’dan % 78.9’a yükselmiştir. 2011 yılı ilk altı aylık dönemde Tigesikline % 5.9, kolistine % 0.2 oranlarında direnç saptanmıştır. Ampisilin-sulbaktam direnç oranlarında belirgin değişim gözlenmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: SONUÇ: Tüm bulgular değerlendirildiğinde, 2011 yılı ilk yarısı itibarı ile sefepim, piperasilin-tazobaktam, seftazidim, seftriakson, meropenem ve imipeneme ayrıca siprofloksasin ve levofloksasin’e yüksek oranda direnç saptandığı ve bu oranın artış eğiliminde olduğu görülmüştür. Kolistin için direnç minimal oranlarda gözlenmektedir. Aminoglikozid grubundan gentamisinde yıllar içinde görülen direnç oranındaki azalma, son yıllarda kullanım sıklığının düşmesine bağlanmıştır. Çalışmamızda da görüldüğü gibi, genel olarak Acinetobacter türlerinde antibiyotiklere direnç giderek artmaktadır. Gelecekte Acinetobacter türlerinin neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde yeni antibiyotiklere ihtiyaç duyulacaktır. Yeni tedavi seçeneklerindeki artış sınırlıdır. Sonuç olarak akılcı antibiyotik kullanımına önem verilerek yakın gelecekte ciddi sorun olabilecek panrezistan suşların gelişiminin yavaşlatılması gerektiği düşüncesindeyiz.

6. 
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne Başvuran Doğurganlık Çağındaki Kadınlarda Gözlenen Anti-Toxoplasma IgM- IgG Seropozitifliği
Evaluation of anti-Toxoplasma IgM-IgG Seropositivity among Women in Reproductive Period, Who Amitted to Suleyman Demirel University Hospital
Ayşe Aynali, Buket Cicioğlu Arıdoğan, Esra Nur Tola, Süleyman Önal, Emel Sesli Çetin
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.35683  Sayfalar 33 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: Toxoplasma gondii (T. gondii) enfeksiyonu, insanlarda genellikle klinik belirti vermemekle birlikte gebelikte geçirildiğinde fetüs üzerinde olumsuz etkiler oluşturabilmektedir. Gebeliğin erken döneminde enfeksiyonun fetüse bulaşma riski düşük, ciddi semptomların ortaya çıkma olasılığı ise yüksektir. Gebeliğin geç dönemlerinde enfeksiyonun fetüse bulaşma riski yüksek, ortaya çıkan bulgular ise hafif hatta asemptomatik olabilmektedir. Bu tanımlayıcı çalışma, Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne başvuran, 15-49 yaş arası kadınlarda anti-T. gondii IgG, IgM seropozitifliğinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarına, 1 Ocak-31 Aralık 2013 tarihleri arasında, çeşitli kliniklerden gönderilen, doğurganlık çağındaki kadınlara ait serum örneklerinde çalışılan anti-Toxoplasma IgM, anti-Toxoplasma IgG ve anti-Toxoplasma IgG avidite test sonuçları geriye dönük olarak değerlendirmeye alınmıştır. Anti-Toxoplasma IgM ve anti-Toxoplasma IgG testleri (Vıtros, Johnson&Johnson, ABD) kemilüminesans yöntemi ile, anti-Toxoplasma IgG avidite testi (VIDAS, bio-Merieux, Fransa) ise Enzyme-Linked Fluorescent Assay (ELFA) yöntemi ile çalışılmış ve firma önerileri doğrultusunda değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Araştırmamızda, yaş ortalaması 29.78±5.95 olan kadınlarda % 5.2 (45/862) oranında anti-Toxoplasma IgM pozitifliği, % 24.4 (194/794) oranında anti-Toxoplasma IgG seropozitifliği tespit edilmiştir. Anti-Toxoplasma IgG avidite testi istenen kadınlarda ise %84.6 (55/65) oranında yüksek avidite, %12.3 (8/65) oranında düşük avidite, %3.1 (2/65) oranında sınırda avidite değeri olarak tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemize başvuran 15-49 yaş grubu kadınlar arasında T. gondii enfeksiyonuna duyarlı grubun hiç de küçük olmadığı gözlenmiştir. Çalışmamızda düşük avidite değerleri de saptanmış olup özellikle doğurganlık yaş grubu kadınlarda konjenital toksoplazmozun akla getirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

7. 
Bir üniversite hastanesindeki yardımcı personelin hastane enfeksiyonları ile ilgili bilgi ve tutumlarının değerlendirilmesi
Evaluation of knowledge and attitudes of a university hospital auxiliary staff about hospital infections
Selma İnfal, Tahir Kemal Şahin
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.93064  Sayfalar 39 - 48
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, bir üniversite hastanesinde hizmet veren yardımcı personelin hastane enfeksiyonları (HE) konusundaki bilgi ve tutumlarının değerlendirilmesine yönelik olarak yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Verileri toplamak için kullanılan anket formu, konu ile ilgili soruları içeren iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölüm, araştırmaya katılan kişilerin sosyo-demografik özellikleri ve çalışma durumlarını belirlemeye yönelik sorulardan oluşmaktadır. İkinci bölümde ise, HE konusundaki bilgi ve tutumun saptanmasına yönelik sorular yer almaktadır. Bu sorulardan bilgi soruları puanlandırılarak değerlendirme toplam 100 puan üzerinden yapılmış, tutum sorularına verilen yanıtların ise yüzde (%) dağılımı değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Yardımcı personelin %32.1’i yaptığı her işlem öncesi, %14.1’i yaptığı her işlem sonrası el yıkadığını, %83.1’i ellerini yıkamak için sabunlu su kullandığını ifade etmiştir. Tıbbi atık, evsel atık ve geri kazanılabilir atık poşetlerindeki renk ayrımını tam doğru olarak yapabilen yardımcı personel oranı %6 olarak bulunmuştur. Görev sırasında HE’den korunmak için %38.1’i eldiven giydiğini, %26.3’ü maske taktığını, %21.2’si el yıkadığını ifade etmiştir. Yardımcı personelin HE’ye ilişkin bilgi sorularından aldığı puan ortalaması 40.9±15.7’dir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yardımcı personelin enfeksiyonu önlemedeki kendi rollerini ve HE’nin önemini yeterince kavrayamadığı sonucuna varılmıştır. Yardımcı personelin HE’nin önemini ve enfeksiyonu önlemedeki rollerini kavramaya yönelik konu ile ilgili hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmesi, eğitimin sürekliliğinin ve güncelliğinin sağlanması, ayrıca eğitimde bilgiye ve bilginin davranışa dönüştürülmesinde yetersiz olunan konulara ağırlık verilmesi, HE’nin önlenmesi ve kontrolünde önemli rol oynayabilir.

OLGU SUNUMU
8. 
Olgu raporu: Vibrio alginolyticus’a bağlı bir eksternal otit olgusu
Case report: A case of otitis externa due to Vibrio alginolyticus
Irmak Baran, Aydın Acar, Yasemin Genç, Neriman Aksu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.90592  Sayfalar 49 - 54
Vibrio alginolyticus sıcak ve tuzlu deniz suyunda yaşamayı seven, insanda nadir olarak enfeksiyon etkeni olabilen gram negatif basildir. Bu olgu sunumunda kulak kültüründe saf ve yoğun olarak V. alginolyticus üreyen 15 yaşında bir kadın hasta sunulmuştur. Hastanın öyküsünde şikayetlerin başlangıcından önce tatilini deniz kıyısında geçirdiği ve buradayken sık sık yüzdüğü öğrenilmiştir. Bundan dolayı, bulaşın deniz suyundan olduğu düşünülmüştür. V. alginolyticus izolatı test edilen tüm antibiyotiklere duyarlı bulunmuştur. Hasta amoksisilin-klavulonik asit ve siprofloksasin tedavisi ile sağlığına kavuşmuştur. Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde V. alginolyticus dış kulak otitine dair çok nadir bildirim olmaktadır, bu konuya dikkat çekmek için bu olgu sunulmuştur.

DERLEME
9. 
Aşı Epidemiyolojisi: Aşı ve Aşılamanın Etkileri İçin Epidemiyolojik Ölçütler
Vaccine Epidemiology: Epidemiologic Measures of the Effects of a Vaccine and Vaccination
Can Hüseyin Hekimoğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.90377  Sayfalar 55 - 70
Aşılama hastalıkların önlenmesinde en başarılı ve maliyet etkili girişimlerden biridir. Bir aşının etkisi aşılananlarda aşılanmayanlara göre ilgili hastalık insidansındaki azalma yüzdesi ile gösterilir. Aşı etkisi randomize kontrollü çalışmalar ile ideal koşullar altında hesaplandığında aşı etkinliği, gözlemsel çalışmalar ile ideal olmayan saha koşullarında hesaplandığında ise aşı etkililiği elde edilir. Etkinliği belirlenip lisans alan bir aşının bir toplumda uygulamaya girdikten sonra hastalık sürveyansının bir parçası olarak etkililiği izlenmelidir. Aşı etkinliği ve aşı etkililiğinin aynı kavramlar olmadığı iyi bilinmelidir. Aşının bireysel düzeyde direkt etkisinin yanı sıra aşı programının toplum düzeyindeki indirekt etki, toplam etki ve genel etkisi de değerlendirmelidir. Aşılamanın halk sağlığı etkileri “toplumda korunabilir fraksiyon, toplumda korunan fraksiyon” gibi ölçütlerle de belirlenebilir. Bulaş olasılığı ve sekonder atak hızı gibi temasa koşullu ölçütler ise daha az taraf tutma ile aşı etkisi tahmini sağlayabilir. Bir aşının biyolojik koruyucu etkisinin yanı sıra aşının maruziyet etkisi ya da davranışsal etkisi, temas hızı etkisi, aşının bulaşıcılık üzerine etkisi ve aşının birleşik etkisi de bir enfeksiyon etkeninin toplumdaki bulaş dinamiklerini anlamada önemli ölçütlerdir. Aşının toplumdaki etkilerinin en önemli belirleyicilerinden biri de aşı kapsayıcılığıdır. Aşı kapsayıcılığına dayalı aşı etkililiğinin hızlı ve sürekli izlemi halk sağlığı müdahalelerini planlamada yol gösterici bir rol oynar. Bir toplumda görülen salgınların önlenmesinde hedeflenen toplumsal bağışıklık eşiğinin belirlenebilmesi için temel çoğalma sayısı, aşı kapsayıcılığı ve aşı etkililiğinin bilinmesi gerekir. Aşılama için gerekli sayı ise aşı programlarını değerlendirme ve halk sağlığı eylemlerini planlamada son yıllarda giderek daha fazla kullanılan bir ölçüttür. Aşılamanın bireysel ve toplumsal düzeydeki yararının bu epidemiyolojik ölçütler kullanılarak belirlenmesi ve yorumlanması halk sağlığı politikalarının belirlenmesinde çok önemli bir yer tutar.

10. 
İnsan Ve Hayvan Sağlığı Açısından Risk Oluşturan Enterokokal Biyofilm Yapısının Doğası
The Nature Of Enterococcal Biofilm Structure, A Risk Factor For Human And Animal Health
Maryam Dıanı, Mohammad Nima Arıafar, Nefise Akçelik
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.48802  Sayfalar 71 - 80
Enterokoklar genellikle normal bağırsak komensali olarak değerlendirilseler de, aynı zamanda fırsatçı patojendirler ve sığır mastitisinin yanı sıra nozokomiyal kan dolaşımı, ameliyat bölgesi ve üriner sistem enfeksiyonu etkenleri arasında yer alan ilk üç bakteriden biridir. Enterokok türleri içerisinde Enterococcus faecalis insan ve hayvanlardaki enterokokal enfeksiyonların %80-90’ından sorumludur. Geriye kalan enterococci spp. enfeksiyonlardan sorumlu olan tür ise Enterococcus faecium’dur. Biyofilm yapısı; bir ya da daha fazla mikroorganizma türünün karbonhidrat bir matriks ile birarada tutulduğu, besinlerin taşınması ve atıkların uzaklaştırılması amacı ile su kanalları ihtiva eden yüksek organizasyonlu yapılardır. Biyofilm yapısı, ekzopolisakkarit ve protein film tabakası ile içerisinde bulunan mikroorganizmalar için bir kalkan görevi görür ve bu yapıdaki bakterileri öldürmek, planktonik formdaki bakterilere kıyasla çok daha zordur. Biyofilm yapısındaki bakterilerin fagositoz, antikor ve antibiyotiklere karşı 1000 kata kadar daha dirençli oldukları bilinmektedir. Enterokoklar: jelatinaz, agregasyon maddeleri, kapsül yapısı ve enterokokal yüzey proteini gibi biyofilm yapısına katılan çeşitli virülans faktörler sayesinde insanları ve evcil hayvanları enfekte ederler. Ayrıca, tedavide kullanılan vankomisin gibi antimikrobiyal maddelere karşı daha dirençli olduklarından eradikasyonları oldukça zordur. Enterokok türlerinin çoğu en az bir antibiyotiğe karşı dirençlidir ve biyofilm yapısının bu dirence katkıda bulunduğu düşünülmüktedir. Tüm dünyada oldukça önemli düzeyde enfeksiyona neden olan bu organizmanın eradikasyonunda daha etkin başarının eldesi için, biyofilm yapısının aşamalarının ve moleküler mekanizmalarının anlaşılması ve bu yapı esas alınarak yeni ilaç dozlarının ve tedavi yollarının belirlenmesi gerekmektedir.

11. 
Polikistik over sendromu ve moleküler yaklaşımlar
Polycystic ovary syndrome and molecular approaches
Alp Aydos, Yasemin Öztemur, Bala Gür Dedeoğlu
doi: 10.5505/TurkHijyen.2015.09327  Sayfalar 81 - 88
Polikistik over sendromu (PKOS) üreme çağındaki kadınları etkileyen bir endokrin hastalığıdır. Sendrom polikistik over morfolojisi, kronik yumurtlama bozukluğu ve androjen hormonların artışıyla karakterizedir ve başta infertilite olmak üzere insülin direnci ve tip 2 diyabet gibi hastalıklarla da doğrudan ilişkilidir.
PKOS’un görülme sıklığı kullanılan tanı kriterlerine göre değişiklik göstermektedir. ESHRE/ASRM (European Society of Human Reproduction and Embryology / American Society for Reproductive Medicine) kriterlerine göre her 100 kadından 15-20’sine PKOS teşhisi konmaktadır.
Tip 1-2 diyabet hastası yetişkin kadınlar PKOS açısından risk altındadırlar. PKOS hastası kadınların %50-70’inde insülin direnci ve bu duruma bağlı olarak gelişebilen hipertansiyon, dislipidemi, glikoz intoleransı, diyabet gibi hastalıklar gelişmektedir. Kıllanma (hirsutism) ve adet döngüsü düzensizlikleri de yine PKOS ile birlikte görülebilmektedir. Yapılan çalışmalarda PKOS’un kardiyovasküler hastalıklar ve kanser gibi hastalıklarla ilişkisi gösterilmiştir. Yine mental düzensizliklerin de (depresyon, kaygı bozukluğu, bipolar bozukluk ve tıkanırcasına yeme bozukluğu (Binge Eating Disorder)) PKOS hastası kadınlarda daha sık görüldüğü tespit edilmiştir.
PKOS’ta hasta profiline göre değişen klomifen sitrat-metformin terapisi, üremeye yardımcı tedaviler, laparoskopik ovaryum cerrahisi veya dışarıdan gonadotropin verilmesi gibi tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
Polikistik over sendromu metabolik, endokrinolojik, psikiyatrik ve kardiyovasküler etkileri ile kompleks bir hastalıktır. Etkileri hastaların hayatı boyunca sürebilmekte ve yaşam kalitesini düşürebilmektedir. Bu nedenle daha etkili tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilmesi hastada görülebilecek diyabet, kanser ve kardiyovasküler hastalıklar gibi hastanın yaşam süresini kısaltabilecek durumlardan korunmak için önemlidir.
PKOS’un etiyolojisi açık olmamakla birlikte; genetik temele dayanan ailesel geçişlere ait bağlantılar bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar PKOS hastası kadınlarda birçok moleküler sinyal yolağına ait genlerin (Wnt sinyal yolağı gibi) ifadesinin değişerek yumurtalıklarda fonksiyonel bozuklukların oluştuğunu göstermiştir. Bu nedenle PKOS’un moleküler temelinin aydınlatılması ve bu yolaklarda hangi genlerin etkilendiğinin bulunması, PKOS’un mekanizmalarının daha iyi anlaşılması ve tanı-tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi açısından önemlidir.

12. 
Yeniden önem kazanan arboviral enfeksiyon etkeni: Zika virüs
An re-emerging arboviral infectious agent: Zika virus
Yavuz Uyar
doi: 10.5505/TurkHijyen.2016.80269  Sayfalar 89 - 98
Zika virüs (ZIKV), ilk olarak 1947 yılında Uganda’da
bir Rhesus maymunundan izole edilen Flavivirus
cinsine ait bir arbovirüs (artropod kaynaklı virüs)’tür.
Bulaş, çoğunlukla Culicidae ailesi ve Aedes cinsi
(çoğunlukla Aedes aegypti) sivrisinekler tarafından
olmaktadır. Insan-dışı primatlar ve muhtemelen
kemirgenler rezervuar olarak rol oynamaktadır.
Semptomlar (ateş, makulopapüler döküntü, eklem
ağrısı ve konjoktivit) sivrisinek ısırığı sonrası genellikle
üç ila 12 gün sonra kuluçka döneminden sonra
görülür. Asemptomatik vakalar sıktır. Son yıllarda,
virolojik çalışmalar hastalığın Afrika, Asya ve Pasifik
Okyanusya’da tanımlandığını göstermektedir. 2013
yılı sonunda başlayan büyük bir salgında Batı Pasifik
adaları etkilenmiştir. 2015 yılında, Brezilya yerel
sağlık yetkilileri, ZIKV salgını sırasında aynı anda
mikrosefalili doğan bebeklerin sayısında bir artış
olduğunu gözlemledi. Ön tanılar hastaların klinik
özellikleri, seyahat yerleri ve tarihleri ile onların
aktivitelerine dayanmaktadır. ZIKV laboratuvar tanısı,
genellikle serum veya plazmada virüsü, viral nükleik
asiti ya da virüs spesifik immünoglobulin M ve nötralize
edici antikorları tespit etmek yoluyla gerçekleştirilir.
Ne yazık ki, ZIKV enfeksiyonu için belirli bir tedavi
veya aşı bulunmamaktadır. Tedavisi semptomatik
olarak yapılmaktadır. Enfeksiyona karşı korunma,
sivrisinek ısırmasından korunmaya ve sivrisineklerin
salgın bölgelerinde eradike edilmesine dayanır.

LookUs & Online Makale
w