ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 80 (1)
Cilt: 80  Sayı: 1 - 2023
TÜM DERGİ
1. 
THDBD 2023-1 Cilt 80 Tüm Dergi
TBHEB 2023-1 Vol 80 Full Printed Journal
Utku ERCÖMERT
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.78545  Sayfalar 1 - 133
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Bir üniversite hastanesinde COVID-19 tanılı sağlık çalışanlarının antiviral kullanımını etkileyen faktörler
Factors affecting antiviral use of health workers diagnosed with COVID-19 in a university hospital
Ayşe SAĞMAK TARTAR, Kevser TUNCER KARA, Serhat UYSAL, Ayhan AKBULUT, Kutbeddin DEMİRDAĞ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.70104  Sayfalar 3 - 12
GİRİŞ ve AMAÇ: 2019 yılında tanımlanan COVID-19, kısa sürede pandemiye dönüşmüştür. Sağlık çalışanları hem hastaları hem de toplumsal temasları sebebiyle risk altındadır. Bu çalışmanın amacı, bir hastanenin COVID-19 tanısı alan çalışanlarının demografik yapılarını, antiviral tedavi kullanımlarını ve etkileyen faktörleri incelemek; ayrıca hastane çalışanları ve ilimizin vaka sayısı eğrilerini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya, 01.06.2020-28.02.2021 tarihleri arasında COVID-19 geçirmiş olan sağlık çalışanları dahil edilmiştir. Kesitsel, retrospektif bir çalışmadır. Hastalar demografik ve epidemiyolojik açıdan değerlendirilmiş, antiviral ilaç önerilen sağlık çalışanlarında tedavi uyumu irdelenmiştir.
BULGULAR: 693 sağlık çalışanının 390 (%56,3)’ı erkekti. Yaş ortalaması 33,54±9,41 idi. 140 kişinin (%20,2) kronik hastalığı vardı. Hastalardan 173 kişi (%25,0) sigara kullanıyordu. Bulaş kaynağını 161 kişi (%23,2) hastane olarak belirtti. Tanı anında semptomu olanların sayısı 509 (%73,4) idi ve 116 kişiye (%16,7) tanı sonrası semptom eklenmişti. En sık görülen semptomlar halsizlik (%48), myalji (%47,5) ve baş ağrısı (%46,9) idi. 693 hastadan 164 kişi (%23,7) antiviral tedavi kullanmadı. Vaka sayılarının aylara göre dağılımı hastane ve il bazında incelendiğinde, benzerlik göstermekteydi. Lojistik regresyon analizinde tanı sırasında semptomu olanlar 1,779 kat, kronik hastalığı olanlar 1,804 kat daha fazla antiviral ilaç kullanmıştı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Toplumda ve sağlık çalışanlarında benzer vaka dağılımının görülmesi kişisel koruyucu ekipman kullanımının etkisi olarak değerlendirilmiştir. Çalışmamızda, ağır COVID-19 açısından risk faktörleri olan kişilerin antiviral tedaviye uyumunun daha yüksek olduğu görülmüştür. Zaman içinde aşılama çalışmaları ve mutasyonlar nedeniyle COVID-19 klinik seyri ve prognoz değişebilir. Bu sebeple sağlık çalışanlarında sürveyans verileri toplanmalı ve ara analizler ile değerlendirmeler yapılmalıdır. Antiviral tedaviler ile ilgili bilgiler verilmelidir.

3. 
Anti-SARS-CoV-2 antikor taramasında hızlı kaset test sonuçlarının elektrokemilüminesans immünoassay yöntemiyle doğrulanması
Rapid cassette test results in anti-SARS-CoV-2 antibody screening verification by electrochemiluminescence immunoassay method
Nazife AKMAN, Zeynep AKİDAĞI, Pelin ÖZMEN, Rukiye YALAP
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.48265  Sayfalar 13 - 22
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 pandemisi nedeniyle ara verilen yüz yüze eğitimin Ekim 2020’de yeniden başlaması, genç yetişkinlerde SARS-CoV-2 enfeksiyon oranlarının hızlı bir artışta olduğu döneme denk gelmiştir. Bu çalışmada, sessiz bulaştırıcılar olarak tanımlanabilecek bulaş zincirinin en büyük halkası olan genç yetişkinlerde 2019 koronavirüs hastalığı (COVID-19) seropozitifliğini iki farklı serolojik metodla saptayarak epidemiyolojik veri sağlamak, asemptomatik/hafif belirtili/semptomatik vakaların bulgu-test performansı ilişkisini değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Aralık 2020 - Şubat 2021 tarihleri arasında Kapadokya Üniversitesi ön lisans sağlık programlarında okuyan ve uygulama derslerine yüz yüze katılacak olan öğrencilerle kesitsel bir araştırma yapılmıştır. Katılımcılara, SARS-CoV-2 (şiddetli akut solunum sendromu korona virüs 2) maruziyetine bağlı olarak COVID-19 semptomları ve hastalık öyküleri hakkında bir anket uygulanmıştır. SARS-CoV-2 antikor tayini için katılımcılardan kan örnekleri alınmış ve tek bir lateral flow immunoAssay (LFIA, Novatech, Türkiye) kaset test ile araştırılmıştır. Test sonucu pozitif bulunan örnekler daha sonra SARS-CoV-2 Anti-N IgM+IgG; SARS-CoV-2 Anti-S IgM+IgG; SARS-CoV-2 Anti-RBD IgG; Anti-SARS-CoV-2 kiti (Roche, Almanya) ile elektrokemilüminesans immünoassay (ECLIA) yöntemi kullanılarak yeniden değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 239 örnekten LFIA yöntemine göre SARS-CoV-2 IgM/IgG sonucu pozitif olan 50 (%20,9) örnek daha sonra ECLIA yöntemi ile tekrar çalışılmıştır. ECLIA sonucuna göre hem nükleokapsid (N), hem de spike (S) antijenine karşı bireylerin %72’si (36/50), RBD antijenine karşı %70’i (35) seropozitif olarak saptanmıştır. ECLIA test sonuçları referans alınarak 239 örneğin çalışılıp 50 örneğin IgM/IgG pozitif bulunduğu kart test kitinin duyarlılığı %64 ve özgüllüğü %93 olarak saptanmıştır. Her iki yöntemle de seropozitif bulunan hastaların %46’sında (n=23) temas öyküsü bildirilirken %30’u (n=15) COVID-19 kliniği göstermiştir. Katılımcıların %54’ü (n=27) PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) testi yaptırmadığını bildirmiş fakat tamamında antikor yanıtının oluştuğu görülmüştür. Seropozitif hastaların ise yalnızca %28’inin (n=14) PCR sonucu pozitif rapor edilmiş olup bunların %4’ü kronik bir hastalığı olduğunu belirtmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hızlı kaset test ile ECLIA’nın performansının iyi bir uyum derecesine sahip olmadığı ve farklı immunoassay testlerle doğrulamasının yapılmasının epidemiyolojik sürveyans için daha yararlı olacağı düşünülmüştür. Özellikle yeni COVID-19 varyantları bağlamında ve gençleri hedef alan toplu aşılama kampanyalarına ilginin azlığından dolayı gençlerin serolojik durumlarını izlemeye devam etmek önemli olacaktır.

4. 
Ayaktan başvuran hastaların idrar kültürlerinde üretilen Escherichia coli izolatlarında antimikrobiyal direnç oranları: beş yıllık analiz
Antimicrobial resistance rates in Escherichia coli strains isolated in urine cultures of outpatients: five years analysis
Ayten GÜNDÜZ, Ahmet MANSUR
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.49379  Sayfalar 23 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: Escherichia coli (E. coli), dünya çapında bakteriyel enfeksiyonların en yaygın patojenidir ve üriner sistem enfeksiyonlarının (ÜSE) %80 kadarından sorumludur. Son yıllarda E. coli’nin neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde kullanılan antimikrobiyallere karşı direnç tüm dünyada artmakta olup tedavi başarısızlığını ve tedavi maliyetlerindeki artışı önlemek için direnç oranlarının sürekli olarak izlenmesi ve ampirik tedavi önerilerinin güncellenmesi gerekmektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, 2015-2019 yılları arasında Malatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji laboratuvarına tüm polikliniklerden gönderilen idrar kültürü örneklerinde üreyen E. coli suşlarının antimikrobiyal direnç oranları retrospektif olarak incelenmiştir. Anlamlı sayıda üremesi olan plaklardaki bakterilerin identifikasyonu ve antimikrobiyal duyarlılık testleri (ADT) için konvansiyonel yöntemler ve Vitek 2 Compact otomatize sistemi (BioMérieux, Fransa) kullanılmıştır. ADT sonuçları Antibiyotik duyarlılık testleri üzerinde Avrupa Komitesi (EUCAST) kılavuzlarına göre duyarlı ve dirençli olarak belirlenmiştir.
BULGULAR: Beş yıllık sürede poliklinik hastalarının idrar kültürlerinin %14,8 (22636/153006)’inde anlamlı üreme tespit edilerek tanımlama ve ADT’leri çalışılmıştır. Tanımlanan etkenlerin %68,3 (15475/22636)’ünü E. coli oluşturmuştur. Direnç oranlarının en yüksek olduğu antimikrobiyal ilaçlar sırasıyla ampisilin (%65,2), amoksisilin/klavulanat (%38,5), trimetoprim/sulfametoksazol (%36,3), sefaleksin (%35) ve sefuroksim (%31,3) olarak tespit edilmiştir. En az direnç oranları sırasıyla; karbapenemlere (%0,6-2,1), fosfomisine (%3,6), nitrofurantoine (%5,8) ve amikasine (%7,5) karşı bulunmuştur. Kinolon direnç oranları levofloksasine %16,7 ve siprofloksasine %19,1 ve norfloksasine %21,9 olarak bulunmuştur.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Amerikan Enfeksiyon Hastalıkları Derneği [Infectious Diseases Society of America (IDSA)] rehberinde ÜSE tedavisinde ilk seçenek olarak trimetoprim/sulfametoksazol, alternatif olarak da kinolonlar tavsiye edilmektedir. Ayrıca uluslararası tedavi rehberleri, komplikasyonsuz alt ÜSE’lerin ampirik tedavisinde direnç oranları %20’den yüksek antimikrobiyallerin kullanımını önermemektedir. Çalışmamızda; levofloksasin, siprofloksasin ve norfloksasin direnç oranları birbirine yakın olup ampirik tedavi için uygun görünmektedir, ancak trimetoprim/sulfametoksazol direnç oranı yüksek göörülmüştür (%36,3). Toplum kökenli hasta idrar örneklerinden beş yıllık sürede izole edilen E. coli izolatlarında saptadığımız %26,1’lik GSBL (genişlemiş spektrumlu ß-laktamaz) oranıyla birlikte, direnç oranları yüksek ampisilin, amoksisilin, amoksisilin/klavulanat, trimetoprim/sulfametoksazol ve sefalosporinlerin ampirik tedavi için uygun olmadığını düşünmekteyiz. Çalışmamızdaki sonuçlara dayanarak fosfomisinin tek doz oral kullanım avantajı, yüksek hasta uyumu ve düşük yan etki profili ile ayaktan hastalarda ampirik tedavi için ilk seçilecek ilaç olduğunu ve özellikle nonkomplike ÜSE’lerin ampirik tedavisinde nitrofurantoinin alternatif olduğunu düşünmekteyiz.

5. 
In-vivo yöntemlere alternatif olarak in-vitro yöntemle inaktif Newcastle hastalığı aşılarında etkinlik tayini
Determination of efficacy in inactive Newcastle disease vaccines with an in-vitro method as an alternative to in-vivo methods
Mustafa KARS, Yamaç TEKİNTAŞ, Fethiye ÇÖVEN, Asiye DAKMAN, İsmail ÖZTÜRK, Sabahattin İÇİN, Mine HOŞGÖR LİMONCU
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.84704  Sayfalar 33 - 42
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, inaktif, Newcastle hastalığı aşılarının etkinliğini belirlemede hayvan denemelerine olan ihtiyacı azaltan veya ortadan kaldıran in-vitro bir ELISA yönteminin uygulanabilirliği araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaçla, dokuz (9) inaktif Newcastle hastalığı aşısının ve iki Newcastle ile ilişkili olmayan aşının (negatif kontroller) etkinliği in vivo ve in-vitro yöntemlerle değerlendirilmiştir. In vivo testler olarak Spesifik Patojensiz (SPF) civcivlere aşılar uygulanmıştır ve hemaglütinasyon inhibisyon testi ile antikor yanıtı belirlenmiştir. İn vitro olarak, aşılardaki antijen miktarı, inaktif Newcastle aşıları için geliştirilen hemaglutinin ve nöraminidaz seviyelerinin belirlenmesine dayanan bir sandviç ELISA testi ile hesaplanmıştır. Aşıların nisbi potens değerleri, ELISA testinden elde edilen optik yoğunluk sonuçları kullanılarak Combistats istatistiksel analiz yazılımı programı ile paralel çizgi analiz yöntemi kullanılarak hesaplanmıştır.
BULGULAR: Hemaglütinasyon inhibisyon testi sonuçları 23,3 ile 26,1 arasında bulunmuş; bağışıklama / meydan okuma sonuçları 56 ve 136 PD50 arasında değişirken, ELISA test sonuçları 6,02 ve 98,23 antijen birimleri arasında olduğu görülmüştür. ELISA testi ile in vivo yöntemler arasında bir korelasyon belirlenmiştir. Duyarlılık ve özgüllük sırasıyla %89 ve %100 olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlara göre, laboratuvar şartlarında ELISA metodunun uygulanabilirliği, standart prosedüre olan uyumu ve aynı örnekler üzerinde benzer sonuçlar verebilme yeteneği gösterilmiştir.

6. 
Cilt kalınlığının vitamin D seviyesi üzerine etkisi! Peki nereden ölçüm?
The effect of skin thickness on vitamin D levels! Where do you measure from?
Emel GÜLER, Alper DOĞANCI
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.29805  Sayfalar 43 - 50
GİRİŞ ve AMAÇ: Vitamin D yaklaşık %80-90’ı ciltten üretilen bir steroid hormonudur. Eksikliği ise çok sık görülmekte ve multisistemik etkileri nedeni ile tedavisi büyük önem taşımaktadır. Cilt rengi, kullanılan güneş kremi, coğrafi konum, obezite gibi vitamin D seviyesini etkileyen faktörler yanında cilt kalınlığının etkisi ile ilgili de çalışmalar mevcuttur. Çalışmamızdaki amacımız; vücudumuzda güneş ışınları ile temasın en fazla olduğu bölgelerde, cilt kalınlıklarının ve subkutan yağ dokusu ölçümlerinin vitamin D sonuçlarına etkisini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya toplam 116 (71 kadın, 45 erkek) gönüllü dahil edildi. Son 1 ay içerisindeki serum vitamin D sonuçları, demografik verileri, boy ve kiloları kayıt edildi. Ultrason ile yapılan cilt kalınlığı ve subkutan yağ doku ölçümleri alın, yanak, el dorsum, umbilikus ve trochanter majör bölgelerinden yapılarak kayıt edildi.
BULGULAR: Güneşe maruziyet süresi (r=0,637, p<0,001), trochanter majör subkutan yağ dokusu (r=0,347, p<0,001) ve umbilikal bölgenin subkutan yağ dokusu (r=0,022, p=0,020) ve el dorsum cilt kalınlığı (r=0,242, p=0,010) sonuçları ile vitamin D seviyesi arasında istatistiki anlamlı fark bulundu (p<0,05). Umbilikus cilt kalınlığı ile vitamin D seviyesi arasında istatistiki anlamlı fark bulundu (r=0,087, p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dünya çapında, “vitamin D eksikliğinin sebebi pandemi mi?” sorusuna cevap aranırken, eksiklik nedenleri üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Cilt kalınlığı ile ilgili literatürde, objektif verilerle değerlendirme yapılan sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Özellikle el dorsum deri kalınlığı, güneş ışığına maruziyet süresinin önemini ortaya çıkaran çalışmamızda, bölgesel obezitenin vitamin D seviyesi üzerine etkisi dikkat çekicidir. Ancak özellikle cilt kalınlığının etkilerini gösterebilmek için vücudumuzda birçok bölgenin değerlendirildiği çok sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır.

7. 
Embelin’in insan meme kanseri MCF-7 ve MDA MB-231 hücre proliferasyonu üzerindeki sitotoksik etkisinin tamoxifen ve docetaxel ile karşılaştırılması
Comparison of the cytotoxic effect of Embelin with tamoxifen and docetaxel on human breast cancer MCF-7 and MDA MB-231 cell proliferation
Gülsüm ABUŞOĞLU, Cengiz KOÇAK, Fatma Emel KOÇAK, Bahadır ÖZTÜRK, Hüsamettin VATANSEV
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.87523  Sayfalar 51 - 62
GİRİŞ ve AMAÇ: Meme kanseri son yıllarda hızla gelişen tanı ve tedavi stratejilerine rağmen kadınlarda en sık görülen kanser türü olup kansere bağlı ölüm sebebidir. Embelin, güçlü bir XIAP inhibitörü ve antiöstrojenik etkileri olan bir bileşiktir. Çalışmamızda, hormon reseptör negatif (MDA-MB-231) ve pozitif (MCF-7) olmak üzere iki farklı insan kaynaklı meme kanseri hücre hattında, etkilerini farklı hücresel yolaklarla gösteren Embelin’in antitümöral etkinliklerini, halen meme kanseri tedavisinde yaygın olarak kullanılmakta olan tamoksifen ve docetaxel’in etkileri ile karşılaştırarak araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Embelin’in etkilerini hücresel düzeyde göstermek için, gerçek zamanlı hücre elektronik algılama sistemi (xCELLigence) ile sitotoksisite analizleri ve IC50 hesaplamaları yapılmıştır. Bundan sonraki diğer tüm çalışmalar için hücreler Embelin’in sitotoksisite analizlerinde belirlenen IC50 dozuyla muamele edilmiş ve histopatolojik ve immünohistokimyasal (Ki-67, Bax, Bcl-2, Cyclin D1) analizleri gerçekleştirilmiştir.
BULGULAR: Hücre sitotoksisite analizleri sonucunda, Embelin’in, doz ve zaman bağımlı olmak üzere, her iki kanser hücre tipinde antiproliferatif etki gösterdiği gözlenmiştir. Embelin uygulanan hücrelerin proliferasyon eğrisi grafiklerinden, IC50 değerleri MCF-7 için 63 µM ve MDA-MB-231 için 64 µM olarak hesaplanmıştır. Hematoksilen-Eozin (H&E) ve Ki-67 ile boyanmış olan preparatların incelenmesi sonucunda, Embelin uygulanan kanser hücrelerinde, hücre sayısının ve Ki-67 proliferasyon indeksinin azaldığı (p<0,05) bulunmuştur. Embelin’in hücre siklusu üzerine olan etkilerini analiz etmek amacıyla, Cyclin D1 ile boyanan preparatları incelediğimizde, her iki bileşiğin de hücre siklusunun S1 fazı için gerekli olan Cyclin D1 düzeylerini azalttığı (p<0,05) görülmüştür. Embelin’in apoptotik yolaklar üzerine olan etkisini görmek için, proapoptotik Bax ve antiapoptotik Bcl-2 ile boyanmış olan preparatlar incelenmiştir. Buna göre, Bax ekspresyon düzeyi artarken (p<0,05), Bcl-2 ekspresyon düzeyi azalmıştır (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel olarak Embelin’in, her iki meme kanser hücre tipinde de, doz ve zamana bağlı olmak üzere kanser hücre proliferasyonunu inhibe ettiğini, özellikle hormon reseptörü negatif MDA MB-231 hücrelerinde hem Tamoxifen hem de Docetaxel ile kıyaslandığında Embelinin, istatistiksel olarak moleküler düzeyde daha etkin olduğunu ortaya çıkarılmıştır. Özellikle de hormon reseptör negatif olan meme kanserinde daha etkili olduğu sonucuna varılarak Embelin, ileride meme kanser tedavisinde alternatif yeni bir antitümöral ajan olabilir. Bu çalışmanın sonuçları gelecekteki in vivo çalışmalara yol gösterici olabilir.


8. 
Polikistik over sendromlu kadınlarda adrenal ve ovaryan steroid hormonlarla fenotipik ve klinik özelliklerin ilişkisi
The relationship of phenotypic and clinical features with adrenal and ovarian steroid hormones in women with polycystic ovarian syndrome
Seda KILIÇSOY ASLAN, Raziye DESDİCİOĞLU, Gülin Feykan YEĞİN, Ceylan BAL
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.20092  Sayfalar 63 - 72
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmanın amacı; polikistik over sendromlu (PKOS) kadınlarda klinik ve fenotipik özellikler ile plazma steroid hormon seviyeleri arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Rotterdam kriterlerine göre PKOS tanısı alan, yaşları 18-39 arasında 50 gönüllü kadın çalışmamıza dahil edilmiştir. Hastalar vücut kütle indeksine göre, adet düzensizliği olup olmaması ve hirsutismus olup olmamasına göre gruplara ayrılmıştır. Hirsutismusu değerlendirmek için modifiye Ferriman Gallway skoru kullanılmıştır. Menstrüel siklusun 2-5. günleri arasında 8-10 saatlik açlığı takiben alınan plazma örneklerinden likit kromatografi ardışık kitle spektrofotometri (LC-MS/MS) yöntemi ile steroid hormon düzeyleri çalışılmıştır.

BULGULAR: Hasta grubumuzda fazla kilolu-obez olan hastaların serbest testosteron seviyesinin, normal kilolu hastalara göre daha fazla olduğu belirlenmiştir (p=0,037). Adet düzensizliği olan hastaların DHT, androstenedion ve total testosteron seviyelerinin adetleri düzenli olan kadınlardan daha yüksek olduğu ve bu farkın anlamlı olduğu görülmüştür (sırasıyla, p=0,021 p=0,010 p=0,049). PKOS tanısı almış hastalardan hirsutismusu olmayan kadınlarda androsteron seviyelerinin hirsutismusu olan kadınlara göre anlamlı şekilde yüksek olduğu bulunmuştur (p=0,024).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Plazma steroid düzeylerini ölçmede en duyarlı yöntemlerden biri olarak kabul edilen LC-MS/MS yönteminin kullanıldığı bu araştırmada; PKOS tanılı kadınlarda vücut kitle indeksi yüksek olan grupta serbest testosteron düzeyi yüksek saptanmıştır. Hirsutismusu olan ve olmayan kadınların androjen düzeyleri arasında farklılık saptanmamıştır. PKOS’lu kadınlarda hirsutismus bulgularının laboratuvar bulguları ile anlamlı ilişkisinin olmadığının gösterilmesi, klinik hiperandrojenizmin plazma androjen düzeyleri dışında genetik, enzimatik ve reseptör düzeyindeki farklılıklar gibi pekçok faktörün etkileşimi sonucunda ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Menstrüel düzensizliği olan kadınlarda androjen parametrelerinden bir kısmının yüksek olması folikülogenez üzerine hormonal mikroçevrenin etkisi ile açıklanabilir. Adet düzensizliği olan PKOS tanılı kadınlarda androjen düzeylerinin değerlendirilmesi bu anlamda faydalı olabilir.

9. 
Ficus carica ekstraktı, hücre döngüsünün durmasına neden olur ve MG-63 ve HT-29 kanser hücre hatlarında apoptozu indükler
Ficus carica extract causes cell cycle arrest and induces apoptosis in MG-63 and HT-29 cancer cell lines
Tuğba YALÇINKAYA, Leyla Didem KOZACI, Ahmet ÇARHAN
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.93357  Sayfalar 73 - 88
GİRİŞ ve AMAÇ: Ficus carica (Fig), geleneksel tıpta çeşitli hastalıkları tedavi etmek için kullanılan yapraklı bir Moraceae ağacıdır. Son araştırmalar, farklı kanser hücrelerinde F. carica özlerinin etkileyici bir anti-kanser etkinliğini ortaya çıkardı. Bu çalışma, F. carica ekstraktının kolon kanseri hücre hattı HT-29 ve kemik kanseri hücre hattı MG-63 üzerindeki anti-kanser etkilerini araştırmayı amaçladı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: F. carica ekstraktının etkilerini araştırmak için insan kolon kanseri hücre hattı HT-29 ve kemik kanseri hücre hattı MG-63 kullanıldı. F. carica’nın hücre canlılığı üzerindeki etkileri, MTT [3-(4,5-dimetilthiyazol-2-il)-2,5 difeniltetrazolyum bromür] metodu kullanılarak değerlendirildi. LDH (laktat dehidrogenaz) metodu ile membran bütünlüğünü ve toksisiteyi değerlendirmek için tamamlayıcı analizler yapıldı. Hücre ölümü mekanizmaları, MuseTM Annexin-V ve TUNEL testleri kullanılarak analiz edildi. Hücre döngüsü dağılımı, akış sitometri analizi kullanılarak incelendi.
BULGULAR: Elde edilen sonuçlar, F. carica ekstraktının kanser hücrelerinde doza ve zamana bağlı bir şekilde hücre canlılığında önemli bir azalmaya neden olduğunu göstermektedir. MTT analizine göre F. carica’nın MG-63 ve HT-29 hücre hatlarında optimal aktivitesi sırasıyla 48 saatte 1: 100 dilüsyonda ve 24 saatte 1: 10 dilüsyonda belirlendi. Ayrıca hücre canlılığı, hFOB 1.19 hücre hattında herhangi bir doz ve zaman aralığında %50’nin altına düşmedi, bu da F. carica’nın normal hücreler için sitotoksik olmadığını gösterir. LDH aktivitesi, F. carica’nın kanser hücre hatları üzerinde sitotoksik etkileri olduğunu gösterdi. Apoptoz sırasında kanser hücrelerinde membran bütünlüğünün kaybı yoluyla LDH aktivitesinde önemli bir artış gözlenirken, ekstrakt kontrol hücre hattında sitotoksik bir etkiye sahip değildi. HPLC analizine göre bu çalışmada kullanılan F. carica’nın, 8.17063x10-1 mg/L protokateşuik asit içerdiği tespit edildi. Hücre döngüsü analizi, F. carica ekstraktının MG-63 hücre hattını etkilemediğini, ancak HT-29 hücrelerinde S fazında bir durmaya neden olduğunu gösterdi. TUNEL testinde, kontrol hücrelerinde floresan boyanma olmazken, apoptoz geçiren kanser hücre hatlarında floresan boyama tespit edildi. Annexin-V ve Dead Cell Assay, her iki kanser hücre hattında da apoptozu doğruladı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: F. carica’nın hem kolon hem de kemik kanseri hücre hatları üzerinde anti-kanser etkileri olduğu bulundu. F. carica ekstraktı, kanser hücre dizilerinde farklı hücre ölümlerini aktive edebilirken, sağlıklı hücreler üzerinde herhangi bir sitotoksik etkiye neden olmadı. F. carica’nın anti-kanser aktivitesi için olası bir mekanizma, kolon kanseri hücre hattı HT-29 ve kemik kanseri hücre hattı MG-63’te gözlemlendiği gibi apoptozun indüklenmesidir.

10. 
Çalışanın sürdürülebilir performansı (ÇSP) ölçeği: Türkçe geçerlik-güvenirlik çalışması
Employee sustainable performance (ESP) scale: Turkish validity-reliability study
Yasin ÇİLHOROZ, Gülsen TOPAKTAŞ, Oğuz IŞIK
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.00243  Sayfalar 89 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışanın sürdürülebilir performansı, çalışanların yaşamları boyunca çalışır ve üretken olmalarını ifade eden ideal bir durumdur. Hedef, örgütün gelecekteki çalışma ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu çalışmada çalışanın sürdürülebilir performansı (ÇSP) ölçeğinin Türkçe’ye uyarlanarak geçerlik ve güvenirliğinin yapılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın verilerine ulaşmak için Ji ve diğerleri tarafından geliştirilen Çalışanın Sürdürülebilir Performansı (ÇSP) Ölçeği kullanılmıştır. Orijinal ölçek 10 ifadeli ve tek faktörlüdür. Çalışmanın geçerlik ve güvenirlik analizleri için Ankara’daki bir eğitim araştırma hastanesinde çalışan toplam 316 sağlık çalışanı örnekleme dâhil edilmiştir. Kullanılan anket sağlık çalışanlarına yüz yüze uygulanmıştır. Çalışma kapsamında ilk olarak dil geçerliği sağlanmıştır. Ardından, yapı geçerliği için açıklayıcı faktör analizi (AFA) ve doğrulayıcı faktör analizi (DFA) gerçekleştirilmiştir. Son olarak, güvenirlik analizi için içsel tutarlılık testi yapılmıştır.
BULGULAR: Gerçekleştirilen analiz sonucunda, İngilizce dilindeki orijinal ölçeğin Türkçe dil geçerliği sağlanmıştır. Sonra, AFA gerçekleştirilerek Kaiser-Meyer-Olkin değerinin 0,94 ile normal aralıkta ve Barlett Küresellik Testi anlamlı (X2= 3039,130, df = 45, p<0,05) olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, temel bileşenler analizi yöntemi kullanılarak gerçekleştirilen AFA sonuçlarına göre ÇSP ölçeğinde yer alan toplam 10 ifade tek faktör altında toplanmıştır. Bu tek faktör toplam varyansın %71,81’ini açıklamıştır. Ardından, DFA gerçekleştirilerek uyum indekslerinin tümünün kabul edilebilir sınırlar içinde olduğu tespit edilmiştir. Böylece ÇSP ölçeğinin geçerli olduğu ortaya konulmuştur. Son olarak, ölçeğin güvenirliği için Cronbach’s Alpha katsayısı 0,956 hesaplanarak ölçeğin yüksek düzeyde güvenilir olduğu bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Örgütlerde sürdürülebilir stratejilerin belirlenmesinde insan kaynakları önemli rol oynamaktadır. Sürdürülebilir performansın gerçekleştirilmesinin çalışanların kalite ve motivasyonunu artırmada önemli bir etken olacağı söylenebilir. Bu bağlamda, geçerli ve güvenilir bulunan ÇSP ölçeği kullanılarak çalışanların sürdürülebilir performansı uygun şekilde ölçülüp yönetilebilecektir.

11. 
Türkiye’nin Doğu Karadeniz Bölgesindeki Aedes tipi sivrisineklerde Zika, Dengue, Chikungunya ve Batı Nil virüsü varlığının araştırılması
Investigation of the presence of Zika, Dengue, Chikungunya, and West Nile virus in Aedes type mosquitoes in the Eastern Black Sea area of Turkey
Yasemin COŞGUN, Fatma BAYRAKDAR, M. Mustafa AKINER, Burcu GÜRER GİRAY, Berna DEMİRCİ, Hilal BEDİR, Gülay KORUKLUOĞLU, Seher TOPLUOĞLU, Selçuk KILIÇ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.58235  Sayfalar 101 - 108
GİRİŞ ve AMAÇ: Arbovirüsler, eklembacaklılar tarafından bulaşan bir virüs grubudur ve vektörlerin varlığı ile ilişkili ortamlarda hem enzootik hem de kentsel döngüler içerisinde insanlarda çeşitli enfeksiyonlara neden olan geniş bir coğrafi dağılım ile karakterizedirler. Dengue virüsü (DENV), Zika virüsü (ZIKV), Chikungunya virüsü (CHIKV) ve Batı Nil virüsü (BNV) enfeksiyonları, dünyaya yayılan ve giderek artan halk sağlığı problemleridir. Bu virüslerin en bilinen vektörleri; invaziv vektörler olan Aedes aegypti ve Aedes albopictus’tur. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin kuzeydoğusunda yer alan Karadeniz bölgesinde kurulmuş populasyonlarda bulunan A. aegypti ve A. albopictus sivrisinek türleri tarafından bulaştırılan virüslerin varlığını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2016 yılının Nisan-Ekim ayları arasında batı sınır kapısından Ordu iline kadar olan illerde ve iç bölgelere giriş noktaları olan bölgelerde sivrisinekler üzerinde çalışılmıştır. Karadeniz bölgesinin 51 farklı bölgesinden toplam 267 sivrisinek toplanmıştır. Tüm örnekler Dengue, Chikungunya, Zika ve West Nile virüsünün varlığı açısından test edilmiştir.
BULGULAR: 38 Aedes aegypti ve 229 Aedes albopictus olmak üzere toplam 267 sivrisinek örneği elde edilmiş, örneklerin 8’i erkek, 259’u dişi olarak belirlenmiştir. İncelemeye alınan Aedes aegypti ve Aedes albopictus sivrisineklerinde DENV, CHIKV, ZIKV ve BNV açısından pozitiflik saptanmamıştır. Panflavivirus açısından pozitiflik bulunmamıştır.

TARTIŞMA ve SONUÇ: A. aegypti ve A. albopictus türü sivrisineklerde, araştırılan virüslerden hiçbirinin saptanmaması henüz bu bölgedeki vektörlerin DENV, CHIKV, ZIKV ve BNV ile karşılaşmadıkları yönünde önemli bir veri elde edilmiştir. Bu virüslere bağlı yurt dışı seyahati kaynaklı vakaların görüldüğü ülkemizde, dışardan gelecek olan virüslerle mevcut vektörlerin karşılaşması durumunda otoktanöz bulaş ihtimali söz konusu olabilecektir. Bu nedenle diğer bölgelerde de benzer çalışmalar yapılarak vektör ve virus takibi açısından sağlıklı ve güncel haritalar oluşturulmalıdır. Böylece ülkeye giriş yapan bu virüslerin varlığı saptandığında hızlı ve etkin tedbirler almak mümkün olacaktır.

OLGU SUNUMU
12. 
Tip 1 diyabetes mellitus tanılı bir olguda rinoserebral mukormikoz
Rhinocerebral mucormycosis in a case diagnosed with type 1 diabetes mellitus
Ayşe ALICI, Aytekin FIRTINA, Gülgün YENİŞEHİRLİ, Ibrahim ERDİM, Elif AKÇAY
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.70845  Sayfalar 109 - 116
Mukormikoz, Mucarales takımı küf mantarları tarafından oluşturulan, oldukça hızlı ilerleyen, etkin tedaviye rağmen mortalitesi yüksek olan invaziv bir fungal enfeksiyonudur. Diabetes mellitus, kanser immunoterapisi, kök hücre transplantasyonu gibi durumlar mukormikoz için risk faktörüdür. Çalışmamızda, hastanemizde takip ettiğimiz bir rinoserebral mukormikoz vakası bildirmeyi amaçlanmıştır. Bilinen tip1 diyabeti olan 20 yaşında kadın hasta, boğaz, boyun, baş ağrısı, halsizlik ve yüzünde uyuşukluk şikâyeti ile hastanemiz kulak burun bağaz polikliniğine başvurmuştur. Hastanın fizik muayenesinde kanlı nazofarengeal akıntı görülmüş ve servise yatırılmıştır. Yatışının birinci gününde diyabetik ketoasidoza giren ve bilinci bozulan hasta yoğun bakım ünitesine yatırılmıştır. Hastanın manyetik rezonans (MR) görüntülemesinde paranazal sinüslerde ve her iki mastoid hücrede sıvı sinyalleri ve nazofarenks ve nazofarenkse komşu yumuşak dokularda mukormikoz ya da invaziv Aspergillus düşündüren alanlar görülmüştür. Hastanın difüzyon MR’ında akut iskemik lezyonlar izlenmiştir. Nazofarengeal sürüntü örneğinin kültüründe septasız dik açı ile dallanan hifal yapılar ve rizoid yapıları görülmüş ve mucareles olduğuna karar verilmiştir. Hastadan alınan nazofarengeal biyopsi materyalinde patolojik olarak da mukormikozu düşündüren hifal yapılar görülmüştür. Hastaya amfoterisin B 250 mg tedavisi başlanılmıştır. Hasta yatışının 35. gününde kardiyopulmoner resüsitasyona cevap vermeyerek vefat etmiştir. Diabetes mellitus gibi immün sistemin baskılandığı hastalarda fırsatçı mantar enfeksiyonlarının görülebileceği ve çok hızlı yayılmasından dolayı enfeksiyonun kontrol altına alınmasının zor olacağı akılda tutulmalıdır.

DERLEME
13. 
Antifungal duyarlılık testleri, raporlama ve antifungal direnç: güncel durum
Antifungal susceptibility testing, reporting and antifungal resistance: current status
Ali Korhan SIĞ
doi: 10.5505/TurkHijyen.2023.97957  Sayfalar 117 - 132
Invazif fungal enfeksiyonlarda (IFE) erken tanı ve tedavi prognoz için çok kritiktir. Antimikrobiyal duyarlılık testleri, genel olarak tedavi seçenekleri ve klinik prognoz açısından önemli bir role sahiptir. “Avrupa Antimikrobiyal Duyarlılık Testleri Komitesi (EUCAST)” ve “Klinik ve laboratuvar Standartları Enstitüsü (CLSI)” minimum inhibitör konsantrasyonların (MİK) yorumlanması için standart prosedürler ve yöntemleri belirlemişlerdir. Ancak, her mantar ve antifungal için epidemiyolojik eşik değer (EED) ve/veya klinik eşik değer (KED) tanımlanmamıştır, bu nedenle klinisyenleri yönlendirebilmek adına sadece MİK değerleri raporlanabilir. Mikrobiyolojik direnç, in vitro MİK değerlerinin KED verileri ile yorumlanması ile belirlenir. Antifungal dirence (AFD) yol açan çok sayıda mekanizma bulunmaktadır. Mayalarda flukonazol ve ekinokandinlere, küflerde ise triazollere dirençte bir artış eğilimi söz konusudur. Her ne kadar bazı durumlarda yüksek MİK değerleri ile klinik tablo doğrudan ilişki gösterse de her mantar için bu durum gösterilememektedir. Klinik direnç, doğru tedaviye rağmen, enfeksiyon tablosunun çeşitli başka sebeplerle düzelmemesi olayıdır ve birçok nedene bağlanabilir. Bu nedenle, antifungallere duyarlı bir mikroorganizmanın oluşturduğu her enfeksiyon başarı ile tedavi edilemez, öte yandan dirençli organizma ile oluşan her enfeksiyonda da terapötik başarısızlık olmaz. Bu derlemenin amacı; antifungal duyarlılık testleri konusunda genel bir bakış sunmak ve dünyadaki ve ülkemizdeki güncel AFD durumunu tartışmaktır. IFE’ler için bir epidemiyolojik değişim söz konusudur ve bu enfeksiyonlarla daha sık karşılaşılmaktadır. Buna bağlı olarak da, antifungaller ile ilgili çalışmalar da artmış, öte yandan AFD sorunu da gündeme oturmuştur. Candida auris ile birlikte görülmüştür ki, mantarların görece “göz ardı edilmesine” bir son verilmelidir.

LookUs & Online Makale
w