ISSN: 0377-9777 / e-ISSN: 1308-2523
Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi - Turk Hij Den Biyol Derg: 68 (2)
Cilt: 68  Sayı: 2 - 2011
ARAŞTIRMA
1. 
Agaricus sylvaticus mantarının kemoterapi gören meme kanseri hastalarında besin takviyesi olarak hematolojik ve bağışıklık sistemine etkisi
Effect of dietary supplementation with Agaricus sylvaticus fungus on the hematology and immunology systems of breast cancer patients undergoing chemotherapy.
Fabiana Valadares, Maria Rita Carvalho Garbi Novaes, Roberto Cañete Villafranca, Marília Da Cunha Menezes, Mariana Campos Reis, Daniella Rodrigues Gonçalves
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.97759  Sayfalar 59 - 72
AMAÇ: Kanser hastaları hastalık seyri sırasında immünolojik ve hematolojik değişimlerin oluşmasına eğilimlidir. Tıbbi mantar bağışıklık ve hematopoietik sistemleri fizyolojik tepki ve işleyişi içindeki artırıcı etkisini düzenlenmesini uyarıcı etkide bulunabilir. Agaricus sylvaticus ile besin takviyesi sonrası kemoterapi gören meme kanseri hastalardaki hematolojik ve immünolojik parametrelerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Bu çalışma kapsamında, randomize seçilmiş, çift-kör, plasebo kontrollü çalışma uygulanmıştır. 46 hasta (grup II ve III) ya plasebo ya da besin kaynağı olarak A. sylvaticus ile rastgele alım yaptırılmıştır. Hastalara 3 doz (n=26) ve 6 doz kemoterapi uygulanmıştır. Klinik ve laboratuvar değerlendirmeleri yapılmıştır. Çalışma sonuçları Microsoft Excel 2003 ve R-version 2.11.1 kullanılarak analiz edilmiş ve p<0.05 olduğunda sonuçlar anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: 3 ay sonra A. sylvaticus grubunda hematokrit’de (p=0.04), kırmızı kan hücresi sayısı (p=0.03), ortalama korpüsküler hemoglobin konsantrasyonu (p=0.001), lökositler, monositler (p=0.001) ve total lenfosit sayısı (p=0.009)’nda artış görülmüştür. Tüm bu gruptaki değişiklik plasebo grubunda gözlemlenmemiştir. 6 ay sonra, A. sylvaticus alan hastalarda total lenfosit sayısı (TLC) (p=0.02), nötrofil (p=0.02), lenfosit (p=0.02), lökosit (p=0.02), korpüsküler hemoglobin konsantrasyonu (p=0.02), hematokrit (p=0.02), hemoglobin (p=0.02) ve kırmızı kan hücresi (p=0.02) düzeyinde artış göstermiştir. Plasebo grubu TLC (p=0.01) ve bazofil (p=0.005) ve lökosit (p=0.004)’lerde azalma göstermiştir.
SONUÇ: Çalışma sonuçları kemoterapi alan meme kanseri hastalarında A. sylvaticus besin takviyesi alımının faydası olacağını göstermiştir.

TÜM DERGİ
2. 
2011-2 Tüm Dergi
2011-2 Full Printed Journal

Sayfalar 59 - 113
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3. 
ÇİĞ SÜT VE PEYNİR ÖRNEKLERİNDEN Staphylococcus aureus ve KOAGULAZ NEGATİF STAFİLOKOK’LARIN İDENTİFİKASYONU VE ANTİBİYOTİK DUYARLILIĞI
Identification and Antimicrobial Susceptibility of Staphylococcus aureus and Coagulase Negative Staphylococci Isolated from Raw Milk and Cheese Samples
Nihal Yücel, Yeliz Anıl
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.58070  Sayfalar 73 - 78
AMAÇ: : Bu çalışmada Ankara ilinde çeşitli firma ve mandralardan temin edilen çiğ süt ve peynir örneklerinde koagulaz pozitif stafilokok (KPS), koagulaz negatif stafilokok’ların (KNS) bulunma sıklığı ve bu suş’ların antimikrobiyal dirençliliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Araştırmada incelenen 190 çiğ süt, 90 peynir örneğinden izole edilen KPS ve KNS’ların standart biokimyasal yöntemler kullanılarak cins ve tür düzeyinde identifikasyonları yapılmıştır. İzolatların antimikrobiyal direnç özellikleride disk difüzyon metodu ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: İncelenen çiğ süt ve peynir örneklerinden 236’sı koagulaz pozitif stafilokok (KPS), 94’ü koagulaz negatif stafilokok (KNS) olmak üzere toplam 330 stafilokok izolatı elde edilmiştir. Tanımlanması yapılan KPS türleri içinde çiğ süt ve peynir örneklerinde sırasıyla en fazla S. intermedius (%40.0-%44.3) ve S. aureus (%35.0-%20.2); KNS türleri içinde de en fazla S. saprophyticus (%26.4-%43.0) ve S. caseolyticus (%9.2-%14.3) tesbit edilmiştir. Çiğ sütten izole edilen KPS izolatları en fazla ampisiline %62.4 ve penisiline %47.0, KNS izolatlarıda metisiline ve penisiline %39.0 dirençli bulunmuştur. Bununla beraber; peynirden izole edilen KNS izolatları ampisiline %42.8, metisilin, penisilin ve eritromisine de %28.5 dirençli bulunmuştur.
SONUÇ: Değerlendirilen gıda örneklerinden izole edilen stafilokok türleri bu gıdaların hazırlanması sırasındaki zayıf sanitasyonun ve çapraz kontaminasyonun göstergesi olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca KNS izolatları KPS göre antibiyotiklere daha yüksek oranda dirençli olduğu saptanmıştır.



4. 
Tokat ili Erbaa Devlet Hastanesine başvuran Kene tutunması olgularının değerlendirilmesi
Evaluation of tick bite cases admitted to the Tokat Erbaa State Hospital
İbak Gönen
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.44227  Sayfalar 79 - 84
AMAÇ: Kırım Kongo kanamalı ateşi (KKKA), ateş ve kanamalarla karakterize, ortalama % 5 civarında mortalite ile seyreden ciddi bir viral infeksiyon hastalığıdır. Genellikle kene yapışması ile bulaşırken, hasta insan veya hayvanın kan veya dokularına temasla da bulaşabilmektedir. Bu çalışmada ülkemizde önemli bir sağlık sorunu oluşturan KKKA hastalığı epidemiyolojik olarak değerlendirilmiştir.
YÖNTEMLER: Tokat Erbaa Devlet Hastanesi’ne 1 Nisan - 30 Eylül 2009 tarihleri arasında kene tutunması nedeniyle başvuran olgular, Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığı gelişme sıklığı, klinik özellikler açısından değerlendirilmiş ve epidemiyolojik bir çalışma yapılmıştır.
BULGULAR: Kene tutunması nedeniyle başvuran 312 olgu çalışmaya alınmıştır. Olguların 182’ si erkek, 130’u kadın idi. Olguların % 21,1’ i 16 yaşından küçük ve yaş ortalaması 34,4±14,6 olarak tespit edilmiştir. Olguların % 56,4’ ü kırsal bölgede yaşamakta idi ve çoğunluğu kırsal bölgeye ziyarete gitmişlerdi. Kenelerin %81’i devlet hastanesinde sağlık personeli tarafından çıkarılmıştır. Kene tarafından en sık tutulunan vücut bölgesi, alt ekstremiteler olarak belirlenmiştir. En sık olgu Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında tespit edilirken, sekiz hastada kırım kongo kanamalı ateşi hastalığı gelişmiştir.
SONUÇ: Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığının endemik olarak görüldüğü bölgelerde kene yapışması vakaları semptom ve bulgular açısından dikkatli bir şekilde takip edilmeli ve bu bölgelerde yaşayan halk kene tutunmasına karşı alınacak önlemler ve kene yapışması sonrası yapılacak uygulamalar konusunda eğitilmelidir.

5. 
Çeşitli Klinik Örneklerden İzole Edilen Enterococcus Faecalis ve Enterococcus Faecium Suşlarının Antibiyotik Direnci
Antibiotic Resistance of Enterococcus faecalis and Enterococcus faecium Strains Isolated from Various Clinical Samples
Murat Aral, Nuriye İsmihan Ece Paköz, İbrahim Aral, Serpil Doğan
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.53315  Sayfalar 85 - 92
AMAÇ: Bu çalışmada 2007-2010 yılları arasında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na çeşitli kliniklerden gönderilen 158 numuneden izole edilen Enterococcus faecium ve Enterococcus faecalis suşlarının antibiyotik duyarlılıklarının in-vitro belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Kültürü yapılmak üzere gönderilen örnekler Koyun Kanlı Agara ve EMB agara ekilmiştir. 37°C’de 18-24 saat inkübasyon sonunda Gram pozitif kok görünümünde, katalaz testi negatif, PYR testi olumlu koloniler elde edilmiştir. Bu suşların, VİTEK 2 (bioMerieux, Fransa) yöntemiyle tanımlanmış ve CLSI standartlarına uygun olarak antibiyotik duyarlılıkları saptanmıştır.
BULGULAR: E.faecium suşlarının %59’u idrardan, %23’ü yara örneklerinden izole edilmiştir. 158 numuneden 96’sında E.faecium, 62’sinde E.faecalis suşu izole edlmiştir. Her iki suş da numunelerden neredeyse aynı oranlarda izole edilmiştir. Buna göre E.faecalis suşu yapılan çalışmalar sonucunda ampisilin, klindamisin ve trimetoprim/sulfametoksazole %100 dirençli bulunmuştur. Vankomisin ve teikoplanin direnci E.faecalis için saptanmazken, E.faecium için sırasıyla %7 ve %6 oranında bulunmuştur. Linezolid direnci de her iki suş için oldukça düşük oranda bulunmuştur. Bu çalışmada enterokok suşları en sık çocuk hastalıkları (%34) ve cerrahi kliniklerinden (%27) laboratuarımıza gönderilen numunelerden izole edilmiştir.
SONUÇ: : Sonuç olarak, vankomisin, teikoplanin ve linezolidin diğer antibiyotiklere göre daha çok yüksek duyarlılığa sahip olduğu gözlenmiştir ve tedavide kullanımı uygun bulunmuştur. Fakat direnç oranları gözardı edilmemeli ve hastanelerin kendi antibiyogram değerlendirmelerine göre antibiyotik kullanım politikası oluşturmaları gerekmektedir

OLGU SUNUMU
6. 
Alt Göz Kapağında Şarbon: Olgu Sunumu
Anthrax On Lower Eyelid: A Case Report
Recep Tekin, Mustafa Kemal Çelen, Vuslat Boşnak, İhsan Çaça, Celal Ayaz
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.12599  Sayfalar 93 - 96
Şarbon hastalığı esas olarak ot yiyen hayvanların hastalığıdır ve insanlara enfekte hayvanlardan bulaşan bir zoonozdur. Bacillus anthracis gram pozitif, aerobik, spor oluşturan bir mikroorganizmadır. Sporadik şarbon özellikle Türkiye gibi hayvan yetiştiren ülkeler olmak üzere tüm dünyada hala görülmektedir. Şarbon önemli derecede morbidite ve mortalite riski bulunan ciddi bir hastalıktır. Şarbon hastalığı insanda üç farklı formda görülür; deri, akciğer şarbonu ve gastrointestinal şarbon. Deri şarbonu en sık görülen formdur ve olguların yaklaşık %95 ini oluşturur. Alt göz kapağı tutulumu ise nadirdir. Periorbital şarbon olgularında tedaviye rağmen skatrisyel ektropion ve lagoftalmus benzeri komplikasyonlar gelişebilir. Erken tanı konulup, antibiyotik tedavisine başlanması komplikasyon oluşumunu anlamlı derecede azaltabilir. Bu olgu vesilesiyle ülkemiz için hala ciddi bir sağlık sorunu olan şarbon hastalığınında nadir olarak görülen, tedavi ile düzelen alt göz kapağı şarbonunun tanı ve tedavisinin hatırlatılması amaçlanmıştır.

DERLEME
7. 
Mikrobiyolojide Kullanılan Hızlı Tanı Yöntemleri
Rapid Diagnostic Methods in Microbiology
Zeki Aras
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.96530  Sayfalar 97 - 104
Mikrobiyoloji uygulamaları içinde önemli bir yere sahip olan rapid (hızlı) metotlar, klinik, gıda ve çevresel örneklerde bulunan patojen mikroorganizmalar ve onların metabolitlerinin erken tespiti, izolasyonu, identifikasyonu ve sayımı için yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu metotlar, minyatürize biyokimyasal, immünolojik, genetik ve biyosensör tekniklerini kapsamaktadır. Bu metotlar ilk olarak 1960’ların ortalarında geliştirilmeye başlanmış ve günümüze kadar da ilerlemeleri devam etmiştir. Minyatürize biyokimyasal identifikasyon yöntemleri 1965 ile 1975 yılları arasında geliştirilmiştir. 1975 ile 1985 yılları arasında kalan süre immünolojik test metotlarının altın çağı olarak adlandırılmıştır. Genetik tanı yöntemleri ile polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) uygulamaları 1985 ile 1995 yılları arasında gelişim göstermiştir. 1995 yılından günümüze kadar ise biyosensör ve mikroarray test sistemleri, çeşitli örneklerde bulunan patojen organizmaların direk teşhisi amacıyla geliştirilmiştir. Bu derlemede anlatılan immünolojik testler, manüel ve otomatik ELISA (enzyme linked immunosorbant assay) testlerini, lateral migrasyon immünoassay, lateks aglütinasyon testlerini ve immünomanyetik separasyon yöntemlerini kapsamaktadır. Genetik tanı yöntemlerinden birisi olan PZR, patojen mikroorganizmaların doğru teşhisini güçlendirmek için son yıllarda daha da geliştirilmiştir. Hızlı testlerin spesifite ve sensitivitelerini belirlemek için yıllar içerisinde birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışma sonuçları göstermiştir ki; bu testler ucuz, hızlı ve yüksek spesifite ve sensitiviteye sahiptirler. Hızlı testlerin karşılaştırıldığı bu çalışma sonuçları ve teorik çalışma prensipleri bu makalede sunulmuştur.

8. 
Su Kalitesinin İyileştirilmesinde Ozon Kullanımı ve Kimyasal Etkileri
Use of Ozone For İmproving of Water Quality and Its Chemical Effects
Sibel Uzun
doi: 10.5505/TurkHijyen.2011.46330  Sayfalar 105 - 113
Ozon günümüzde su kalitesinin arttırılmasında sıklıkla kullanılan bir dezenfektandır. Ancak yarılanma ömrünün kısa ve sudaki çözünürlüğünün nispeten düşük olduğundan dağıtım sırasında ortamdaki varlığının sürekli olarak sağlanması mümkün değildir. Bu nedenle ozon ancak primer dezenfektan olarak kullanılabilir. Ozonlamadan sonra dağıtım sistemindeki dezenfeksiyon işleminin tamamlanabilmesi için klor, klordioksit, monokloramin gibi sekonder bir dezenfektan kullanılması gerekir. Ozon sudaki kokunun, demir ve mangan gibi inorganik maddelerin yanı sıra herhangi bir sebeple suya karışan organik maddeleri, ilaç kalıntılarını ve pestisitleri etkin şekilde yükseltgeyerek ortamdan uzaklaştırır. Ozon, uygun şekilde ve doğru miktarlarda kullanıldığında etkin bir kimyasal ve mikrobiyolojik dezenfektandır. Buna karşılık uygun olmayan koşullarda veya yüksek miktarlarda kullanıldığında ise istenmeyen yan ürünlerin oluşmasına neden olabilir. Ozon dezenfeksiyon etkisini yükseltgen özelliği ve yüksek reaktivitesi aracılığıyla gösterir. Ozonun sudaki etki mekanizması pH başta olmak üzere pek çok parametreye bağlıdır. Asidik ortamda moleküler halde etki eden ozonun, daha yüksek pH değerlerinde hidroksil radikal formları baskındır. Her iki mekanizma sonucu oluşan yan ürünler birbirinden farklıdır. Ozonlama yan ürünü olan organik asitler ve aldehitler kolayca özümlenebilir organik karbon veya biyobozunur karbon türevlerine dönüşebilirler. Bu nedenle ozonlama işlemine biyolojik aktif prosesin eşlik etmesi biyobozunur yan ürünlerin uzaklaştırılmasını kolaylaştırır. Ozonlamanın uygun şekilde yapılması için sudaki ozon ihtiyacının belirlenmesi gerekir.

LookUs & Online Makale
w