TÜM DERGİ | |
1. | THDBD 2024-2 Cilt 81 Tüm Dergi TBHEB 2024-2 Vol 81 Full Printed Journal Utku ERCÖMERTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.17999 Sayfalar 120 - 241 Makale Özeti | |
ARAŞTIRMA | |
2. | Metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA)’da tuz stresine karşı betain ozmoregülasyon fonksiyonu Betaine osmoregulation functioning against salt stress in methicillin-resistant Staphylococcus aureus (MRSA) Evrim GÜNEŞ ALTUNTAŞ, Ceren ELİBOL İLERİ, Ferhan YAPAR, Ayşenur KARADAŞ, Umut KİBARdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.67763 Sayfalar 121 - 134 GİRİŞ ve AMAÇ: Metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA), klinik olarak yaygın ve mortalitesi yüksek bir patojen olan ve gıda yoluyla da enfeksiyona neden olan bir bakteridir. Patojenler ile savaşmak için genellikle bulundukları ortamlarda ozmotik stres oluşturmak tercih edilmekte olup bu koşullarda S. aureus, betain gibi bazı ozmoprotektan maddeleri sentezleyebilmektedir. Bakterilerin ozmoprotektan madde sentez yolları ve gen ifadeleri hakkında sınırlı literatür bulunmaktadır. Bu çalışma, bakteri davranışını betainden sorumlu genlerin ekspresyonu ile karşılaştırarak S. aureus’un ozmoprotektan üretiminin metabolik yollarını araştırmayı amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kapsamında, Staphylococcus aureus ATCC 43300’e farklı konsantrasyonlarda NaCl ve KCl tuzları (0.5, 1.0, 1.5, 2.0 ve 3.0 M) uygulanmıştır. Bakterilerin canlı hücre sayısındaki değişiklikler izlenmiş ve sonuçlar betain üretiminden sorumlu genler ile ilişkilendirilmiştir. Tuzla muamele edilen bakteri sayıları kültürel ekim yöntemi ile ve spektrofotometrik olarak sayılarak canlılık grafikleri oluşturulmuştur. Aynı zamanda, betainden sorumlu genlerin ekspresyonu RT-PCR yöntemi ile izlenerek stres koşulları altındaki metabolik yollar belirlenmiştir. BULGULAR: NaCl veya KCl tuz stresinde bakterinin gelişme eğrisi incelendiğinde, bakterinin özellikle gelişimde kritik olan ve logaritmik fazın sonlandığı 12-24 saat zaman aralığında stres koşullarından daha fazla etkilendiği gözlemlenmiştir. Çalışmanın RT-PCR denemelerinde en dikkat çekici sonuçlar, inkübasyonun 36. saatinde büyüme ortamında 1.5 M NaCl bulunduğunda elde edilmiştir. Bu koşullar altında betA geninde (-2.37 kat) önemli bir azalma gözlenmiştir. Bu sonucun aksine inkübasyonun 48. saatinde besiyerinde 2 M KCl bulunduğunda betA geninde 2.57 kat, betB-gbsA geninde 3.25 kat artış gözlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bakteri gelişiminin takip edildiği 48 saatlik inkübasyon sırasında büyüme kinetiklerinde ortamda bulunan tuz stresine karşı bakterinin dalgalı bir gelişme eğrisi ortaya koyduğu ve beklenenden farklı bir davranış sergilediği gözlenmiştir. |
3. | Erkek wistar sıçanlarının kalp dokusundaki anjiyojenik yükselmelerde sürekli egzersiz eğitimi ve aralıklı hipoksinin etkilerinin karşılaştırılması Comparable effects of continuous exercise training and intermittent hypoxia on angiogenic upregulations in the heart tissue of male Wistar rats Hassan FARHADI, Pouran KARIMI, Soheila RAHIMIFARDIN, Mostafa KHANI, Mir Hojjat MOUSAVINEZHADdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.45577 Sayfalar 135 - 144 GİRİŞ ve AMAÇ: Anjiyogenez birçok faktörden etkilenebilir. Bu çalışmanın temel amacı, erkek Wistar sıçanlarının kalp dokusunda aerobik antrenman ve aralıklı hipoksinin anjiyojenik faktörler üzerindeki etkisini araştırmaktı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Otuz erkek Wistar sıçanı rastgele üç gruba ayrıldı; normal kontrol (NC), hipoksi (H) ve eğitim (T). Hipoksi grubu, 8 hafta boyunca kronik periyodik ve izobarik hipoksiye (toplam basınç PiO2~760 mmHg, %14 oksijen) maruz bırakıldı. Eğitim grubundaki hayvanlar, 8 hafta boyunca haftada 5 seans olmak üzere motorlu koşu bandında (dakikada 22-26 metre) koştu. Prosedürün sonunda, kalp dokusunda bir immünoblotlama tekniği ile Tie-1, HIF-1a, VEGF ve P-AKT’nin protein ekspresyonu hesaplandı. BULGULAR: Bulgular, periyodik hipoksi ve egzersiz eğitiminin, NC’ye kıyasla HIF-1a, VEGF ve P-AKT proteinlerinin ekspresyonunu önemli ölçüde artırdığını gösterdi (P = 0.001). Ayrıca, kronik koşu bandı eğitimi, hipoksi grubuna kıyasla AKT’nin fosforilasyonunu önemli ölçüde arttırdı (P = 0.001), bu da PI3K/Akt sinyal yolunun hipoksiden ziyade egzersiz eğitiminden etkilendiğini gösterir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Hem hipoksi hem de egzersiz eğitiminin, anjiyogenez sinyal yolunun indüksiyonu için güçlü uyarıcılar olduğu görülmektedir. |
4. | Halk Sağlığı Laboratuvarlarında mikrobiyoloji analiz laboratuvarlarına yönelik eğitimlerin kalite ve akreditasyon sürecine etkileri The effects of training for microbiology analysis laboratories in Public Health Laboratories on quality and accreditation process Göktuğ BAYRAM, Edibe Nurzen NAMLI BOZKURTdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.29577 Sayfalar 145 - 160 GİRİŞ ve AMAÇ: Halk Sağlığı Laboratuvarları (HSL) bünyesinde yer alan mikrobiyoloji analiz laboratuvarları, klinik ve klinik dışı numuneleri inceleyerek halk sağlığını koruyucu kapsamda görev yapan kamu laboratuvarlarıdır. Sağlık sorunlarının oluşmadan önlem alınmasına odaklı doğru sonuç üreten HSL eğitimli, yetkin personel ile verimli çalışabilirler. Laboratuvarların kalite gerekliliklerini tamamlayarak akreditasyonu başarmaları bu eğitimler ile gerçekleştirilebilecektir. Bu çalışmada, mikrobiyoloji deney laboratuvarlarında düzenlenen alan eğitimlerinin akreditasyon sürecine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2012 - Aralık 2021 yılları arasında L1 ve L2 hizmet tipi HSL’nin mikrobiyoloji analiz laboratuvarlarında verilen eğitimlerin incelemesi yapılmıştır. Bu inceleme kapsamında, gerçekleştirilen eğitimler ve çıktıları irdelenerek elde edilen veriler sayısal ve yüzde dağılımı olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Toplam 5849 HSL personeli, temel kalite eğitimleri, ileri düzey teknik kalite eğitimleri, mesleki su mikrobiyolojisi ve klinik mikrobiyoloji eğitimleri olmak üzere 69 farklı konuda eğitim almıştır. Eğitim alan personel mikrobiyoloji uzmanı, biyokimya uzmanı doktor, mühendis, biyolog ve kimyagerden oluşmaktadır. Temel ve teknik kalite eğitimleri 4919 (%84,1) personele, mesleki teknik ve uzmanlık mikrobiyoloji eğitimleri 930 (%15,9) HSL çalışanına verilmiştir. Kalite ve mesleki teknik eğitimlerin tamamlanmasından sonra L1 hizmet tipi 19 HSL akredite olmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: HSL’de eğitim, personel ve kalite konularında 2012-2021 yılları arasında yapılan çalışmaların verileri derlenmiş ve sonuçta akreditasyon üzerinde yaptıkları pozitif etkileri belirlenmiştir. 5849 HSL personeline kalite ve mesleki konularda bir sistem dahilinde eğitim verilmesi ile kalite ve akreditasyon konularında olumlu sonuçlar alınmıştır. 19 HSL akreditasyonu ile sonuçlanan çalışmalar, akreditasyon gerekliliklerinin sürdürülebilirliği ve kalite kültürünün yerleşmesini sağlamıştır. Bazı HSL’de 200’ü aşkın parametrede akredite olunması ve akreditasyonun sürdürülmesi, eğitimler ile nitelik ve yetkinlik kazanmış personelin sisteme katkılarıyla başarılmıştır. Sonuç olarak; Uzaktan Sağlık Eğitim Sistemi (USES) başta olmak üzere, bütün kurs ve eğitimlere daha fazla ihtiyaç vardır. Personelin gelişimini destekleyen eğitimler sürekli hale getirilmelidir. HSL’nin eğitim takviyeleri ile geliştirilmesinin kalite ve akreditasyon çalışmalarında önemli olduğu gözlenmiştir. |
5. | Yemek yanında tüketilen içeceklerin simüle mide ortamında gıda patojenleri üzerine etkisi Effects of beverages taken with meal on some foodborne pathogens in simulated gastric fluid Gizem ÖZLÜK ÇİLAKdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.93763 Sayfalar 161 - 174 GİRİŞ ve AMAÇ: İnsan mide asitliğinin mikroorganizmaları inhibe edeceği düşünülse de gıda zehirlenmesi vakalarına bakıldığında, özellikle et ve et ürünleri tüketimi sırasında midede pH’nin yükselmesi ve yağ tabakasının bakterilere koruyucu etki oluşturmasıyla birlikte mikroorganizmaların bağırsağa geçişine, dolayısıyla gıda zehirlenmelerine olanak sağladığı görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, toplu gıda zehirlenmelerinde neden bazı bireylerin hastalandığını, bazılarının ise etkilenmediğini ve gıda yanında tüketilen içeceğin bu durumu etkileyip etkilemediğini belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, gıda örneği olarak dünyaca tüketimi yaygın olup hijyen seviyesi düşük ve birçok gıda zehirlenmesi vakasında adı geçen döner kullanılmıştır. Döner yanında tüketilen yaygın içeceklerden ayran, kola ve şalgam suyunun çeşitli döner ve içecek miktarlarında dönerde bulunması muhtemel patojen bakterilerden Salmonella enteritidis, Listeria monocytogenes, Escherichia coli O157: H7 ve patojen karışımı sayısı üzerine, simüle edilmiş mide ortamındaki etkisine bakılmıştır. BULGULAR: Yapılan bu çalışma ile patojen sayısında en fazla azalmayı sağlayan içeceğin şalgam suyu olduğu dikkati çekmektedir. Bir porsiyon (300 mL) şalgam, kola ve ayran’ın kontamine dönerle birlikte in vitro tüketiminin simüle mide ortamındaki patojen bakteri sayısını sırasıyla 2,6; 2,25 ve 1,6 log CFU/g’ye kadar düşürdüğü gözlendi. Sonuçlar, bu içeceklerin bir porsiyon (100 g) düşük kontamine (~101 CFU/g) dönerle birlikte tüketilmesinin, sağlıklı bir kişinin yukarıda belirtilen bakteriler nedeniyle gıda kaynaklı hastalığa yakalanma olasılığını ortadan kaldırabileceğini göstermiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, gıda zehirlenmeleri vakalarında kişisel bağışıklık sisteminin yanısıra, tüketilen gıdanın miktarı ve yanında tüketilen içeceğin cinsi ve miktarının da etkili olduğu kanısına varılmıştır. |
6. | Türkiye’de COVID-19 aşı tereddüdü: Bir infodemiyoloji çalışması COVID-19 vaccine hesitancy in Türkiye: An infodemiological study Keziban AVCIdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.34079 Sayfalar 175 - 188 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, COVID-19 aşı geliştirme ve aşılama çalışmaları sırasında Türkiye’de aşı tereddütlerinin ve aşılara yönelik yaygın itirazların temel dayanağı olabilecek aşı istenmeyen etkileri, yan etkileri, zararları ve güvenliği ile ilgili çevrimiçi arama davranışlarını incelemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: COVID-19 aşılarına ilişkin tereddütlerin kökenleri ve yaygın endişelere ilişkin internet aramalarının tespit edilmesi amacıyla 1 Ocak 2020 - 31 Aralık 2022 tarihleri arasındaki Google Trends verilerindeki göreli arama hacimlerinin (RSV) belirlenmesi amaçlandı. Bu kapsamda, arama sorgusu günlükleri incelendi ve dört ana arama kategorisi oluşturuldu: (1) COVID-19 aşılarının olumsuz etkileri ve güvenliği ile ilgili genel veya özel terimleri içeren sorgular, (2) COVID-19 aşısı üreticisinin adını veya ticari kimliğini ve güvenliğini içeren sorgular, (3) COVID-19 aşısı üreticisinin adını veya ticari kimliğini ve yan etkilerini içeren sorgular, (4) COVID-19 aşısı üreticisinin adını veya ticari kimliğini ve zararını içeren sorgular. Son olarak bu farklı arama kategorileri, ülke ve bölgeye göre RSV açısından değerlendirildi. BULGULAR: Pandemi süresince, Türkiye’de koronavirüs aşısı ile ilgili arama ilgisinde tutarlı ve önemli bir artış olduğu ve bu ilginin istikrarlı bir şekilde yüksek seviyede devam ettiği gözlemlendi. Arama sorgularında zirveler; resmi açıklamalar, COVID-19 vakalarının görülme sıklığındaki belirgin artışlar ve aşı geliştirmede dikkate değer ilerlemelerin duyurulması gibi önemli olaylarla aynı zamana denk geldi. COVID-19 aşılarının yan etkileri, istenmeyen etkileri ve güvenliği ile ilgili RSV eğrileri, çalışma süreleri boyunca belirgin dalgalanmalar sergilerken, COVID-19 aşılarıyla ilişkili potansiyel zararlara ilişkin endişeleri yansıtan RSV eğrileri genel olarak yukarı yönlü bir artış gösterdi. RSV eğrilerinin şekli, Bayburt hariç tüm illerde dikkat çekici bir benzerlik gösterdi. Ayrıca, çeşitli ülkeler ve ilaç firmaları tarafından geliştirilen aşılara yönelik arama ilgisi de benzer bir model sergiledi. Aşı istenmeyen etkilerine ilgi sürekli olarak en yüksek seviyedeydi (%60), bunu yan etkiler (%39) ve güvenlik endişeleri (%20) izledi. Ayrıca, çalışma süresi boyunca, arama sorgularının en yüksek olduğu ve zirvenin meydana geldiği aralık, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasına denk gelen Haziran 2021’de gözlemlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Haziran 2021’de arama sorgularında kaydedilen zirve göz önüne alındığında, arama davranışını etkileyen baskın faktörün sosyal risk algısı olabileceği düşünülmektedir. |
7. | Çankırı ilindeki sığırlarda kene türlerinin dağılımının belirlenmesi Determination of the distribution of tick species in cattle in Çankırı (Province, Türkiye) Banuçiçek YÜCESAN, Onur OKUR, Yusuf YILMAZ, Tuba BAYIR, Özcan ÖZKANdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.74152 Sayfalar 189 - 200 GİRİŞ ve AMAÇ: Keneler, Dünya’nın birçok yerinde bulunan ve besi hayvanları, vahşi hayvanlar ve insanlar da dahil olmak üzere omurgalıları parazitleyen eklembacaklılardır. Kene popülasyonunun insanlar ve hayvanlar arasındaki dağılımı, büyük ekonomik kayıplara da yol açması nedeniyle dikkate alınmadır. Bu çalışma Çankırı ilinde yetiştirilen sığır popülasyonunda kenelerin tespitini amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada Haziran 2022 ile Ekim 2022 tarihleri arasında 150 sığırdan kene örnekleri toplandı. Keneler bir stereomikroskop kullanılarak morfolojik olarak teşhis edildi. BULGULAR: Toplanan kenenin tamamı yetişkin keneler olup, 516 (%43.1)’sı erkek, 680 (%56.9)’i dişiydi. En yüksek sıklığı Haemaphysalis punctata 845 (%70.7) tipi keneler oluşturmaktadır. Bundan sonra sırasıyla 120 (%10) Dermacentor marginatus ve 113 (%9.4) Rhipicephalus sanguineus türü sıklıkla görülmektedir. En az görülen kene türü 4 adet (%0.3) ile Ixodes ricinus olup, bunu 9 (%0,8) ile Rhipicephalus bursa ve 9 (%0.8) ile Hyalommma marginatum türleri takip etmektedir. Kene türleri arasında cinsiyet dağılımı yönünden anlamlı derecede bir fark görülmüştür (p<0,001), bu farklılık görülme sıklığı gözönünde bulundurulduğunda en belirgin olarak R. sanguineus türünde %75 dişi, %25 erkek dağılımı şeklinde saptanmıştır. Çardaklı ve Yakalı’da R. sanguineus; Budakpınar ve Soğluk’da D. marginatus; Eyüpözü, Susuz, Kızılıbrık, Ilıpınar, Hüyük ve Bozkuş İlçesi’nde Hae. punctata’nın en yaygın kene türü olduğu belirlendi. Susuz ve Kızılıbrık’da en yaygın tür Haemaphysalis spp.’dir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma sığırlarda kene popülasyonunun araştırılmasıyla sağlık ve ekonomiye katkı sağlamıştır. Kenelerin dağılımı bölgeler, iklimler, hayvancılık faaliyetleri açısından farklılık göstermektedir. Çankırı’da daha önce böyle çalışmalar yapılmadığından, karşılaştırma fırsatımız doğmamıştır. Sığırlara öncelik verilmesi hayvancılığın gelişmiş olduğu bu bölgede kene popülasyonunun tanımlanmasına yardımcı olmuştur. Keneler incelenerek bölgesel olarak, kene kaynaklı hastalıklarla mücadelede veriler kazanılmıştır. Çalışmada Karadeniz ve İç Anadolu bölgeleri arasındaki kenelerin dağılımı incelenmiş ve bölgesel veriler de elde edilmiştir. |
OLGU SUNUMU | |
8. | Psödotrombositopeni Olgu Sunumu Pseudothrombocytopenia Case Report Aziz ŞENER, Arzu KÖSEM, Atakan ÖZTÜRK, Fatma UÇAR, İbrahim AKDAĞdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.10692 Sayfalar 201 - 204 Psödotrombositopeni, hastanın yapılan tam kan sayımı analizinde trombosit sayısının düşük olmasına rağmen periferik yaymada trombositlerin yeterli sayıda görülmesi ve kümeleşmesi durumudur. Psödotrombositopeni nedenlerinden biri, rutin tam kan sayımı örnekleri için kullanılan Etilendiamin Tetraasetik asit (EDTA) antikoagülanıdır. EDTA kalsiyum şelatör etkiye sahiptir ve bu etkiyle trombositlerde bulunan GPIIb/IIIa integrin kompleksinin yapısını değiştirir. GPIIb/IIIa integrin kompleksinin yapısının değişmesi sonucunda, gizlenmiş olan GPIIb epitopu ortaya çıkar ve bu epitopa karşı antikorlar oluşur. Bu antikorlar nedeniyle trombosit kümeleşmesi gözlenir. Trombositlerin kümeleşmesi nedeniyle tam kan sayımı analizi hatalı sonuç verebilmekte ve gerçek trombositopeni ile karışabilmektedir. Psödotrombositopeni kanama diyatezi oluşturan bir durum değildir ancak bundan dolayı hastalar gereksiz tanı yöntemlerine ve tedavilere maruz kalabilmektedir. Bu olgu EDTA’ya bağlı psödotrombositopeni kliniğine vurgu yapmak için sunulmaktadır. Olgumuzda, dahiliye polikliniğine rutin kontrolleri için başvurmuş olan hastadan alınan EDTA’lı tam kan sayımı numunesinin analizi sonucunda trombositopeni görülmüştür. Geçmiş üç sene boyunca yapılmış tam kan sayımı analizlerinde de trombositopeni olduğu görülmüştür. Hastadan, sitratlı tüpe alınan tam kan sayımı numunesinin gönderilmesi uygun görülmüştür. Hastadan alınan sitratlı tam kan sayımı numunesinin analizinde, trombosit sayısının normal olduğu görülmüştür. Eş zamanlı yapılan periferik yayma, psödotrombositopeni şeklinde rapor edilmiştir. |
DERLEME | |
9. | Bulaşıcı hastalıkların sosyal medyada sunumu Presentation of infectious diseases on social media Taylan MARAL, Mehmet ÖZDEMİRdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.72558 Sayfalar 205 - 214 Bulaşıcı hastalıklar, insanlık tarihinin önemli bir gerçeğidir ve her zaman sağlık açısından büyük bir tehdit olmuştur. Ancak, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, bulaşıcı hastalıkların yayılımı ve etkileriyle ilgili bilgi akışı ve toplumsal tepkiler de köklü bir dönüşüm geçirdi. Bu yeni iletişim ortamı, bulaşıcı hastalıkların sosyal medya çağında nasıl yükseldiğini, toplumların nasıl etkilendiğini ve bilginin nasıl yayıldığını araştırmak için önemli bir alan haline geldi. Bu çalışmada, bulaşıcı hastalıkların sosyal medya kullanımıyla olan ilişkisi ve yönelimi incelenmektedir. Sosyal medyanın, bulaşıcı hastalıklar hakkında doğru bilgilerin hızlı şekilde yayılmasına ve farkındalığın artmasına nasıl katkıda bulunduğu ele alınırken aynı zamanda yanlış bilgilerin ve komplo teorilerinin de nasıl yayıldığı ve toplumu nasıl etkilediği de tartışılmaktadır. Bu çalışmada ayrıca sağlık otoritelerinin rolü, bulaşıcı hastalıklarla ilgili doğru bilgilerin nasıl sağlandığı, panik durumlarının nasıl yönetildiği ve toplumun sosyal medyadaki tepkilerine de değinilmektedir. Genel olarak bakıldığında bu çalışma, bulaşıcı hastalıkların sosyal medya çağında nasıl yükseldiğini anlamamıza yardımcı olacak ve toplum sağlığı açısından önemli bir konu olan bilgi akışı, toplumsal tepkiler ve panik oluşumu gibi konuları da değerlendirecektir. Bu konu ve alanla ilgili yapılmış çalışmalar bulunmakla birlikte COVID-19, Ebola, SARS ve MERS gibi salgın hastalık dönemlerinin genel analizi de tek bir başlık altında değerlendirilmiş olacaktır. |
10. | Beklenmedik ve olağan dışı durumlarda kan temini Blood supply in unexpected and unusual situations Muhsin YILDIRIM, Soner YILMAZdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.04874 Sayfalar 215 - 224 Kan hizmet birimleri, olağan dönemlerde ihtiyaç duyulan kan bileşenlerinin zamanında ve yeterli miktarda temini için farklı düzeylerde uygulanabilir planlamalar yaparak çalışırlar. Bu planların hayata geçirilebilmesi sistemin sürdürülebilirliği ve ihtiyacın karşılanması açısından oldukça önemlidir. Yeni koronavirüs hastalığı (COVID-19) süreci kan bankacılığı hizmeti sunan kuruluşlara, beklenmedik ve olağan dışı durumlarla karşılaşıldığında kan bileşeni tedarikinde sorun yaşanmaması için uygulanabilir planların hazırlanması ve bu durumlara yönelik her daim hazırlık içerisinde olunması gerektiğini göstermiştir. Beklenmedik ve olağan dışı durumlar bölgesel, ülkesel ve kıtasal farklılıklar gösterebileceği gibi bir takım benzerlikler de içerebilir. Bu sebeple kan bankacılığı hizmeti sunan kuruluşların planlarını kendilerine özgü karşılaşabilecekleri beklenmedik ve olağan dışı durumları öngörerek hazırlamaları önemlidir. Beklenmedik ve olağan dışı durumlara ilişkin olarak hazırlanacak planlarda kan bağışı kabulü, kan bileşeni stok yönetimi, malzeme ve ekipman tedariki, laboratuvar testlerinin çalışılması, personel yönetimi, kan hizmet birimlerinin kendi aralarında ve kamuoyu ile iletişimi ve hemovijilans hizmetlerinin sürdürülmesi konularına yer verilmelidir. Etkin stok yönetimi ile ilgili olarak hasta kan yönetimi konusunda farkındalığın arttırılması da gerekmektedir. Bunun yanında, kan ve kan bileşenlerinin hazırlanması ve depolanmasında alternatif yöntemlerin uygulanması ile birlikte tedavi sürecinde transfüzyon alternatiflerinin kullanılması da oldukça önemlidir. Bu kapsamda, eritrosit konsantreleri ve trombosit konsantrelerinin dondurularak uzun süreli saklanması ve plazmanın liyofilize formda kullanılabilmesi, beklenmedik ve olağan dışı durumlar için hayat kurtarıcı tedbirler arasındadır. Kan hizmet birimleri hazırladıkları planların uygulanabilirliğini ve ihtiyaca cevap verme durumunu kontrol etmeli, planları ortaya çıkan yeni durumlar ve gelişmeler çerçevesinde güncellenmelidir. Bu derleme, kan hizmet birimlerine karşılaşabilecekleri beklenmedik ve olağan dışı durumlar ve bu durumlarda yapabilecekleri çalışmalar konusunda fikir vermek amacı ile düzenlenmiştir. |
11. | Hastanelerin sıfır atık yönetim politikalarına kavramsal bir bakış A conceptual overview of the zero waste management policies of hospitals Öner ÖNDER, Ömer GİDERdoi: 10.5505/TurkHijyen.2024.67909 Sayfalar 225 - 240 Son zamanlarda, dünya genelinde hastaneler sağlık hizmeti sunarken sürdürülebilir çevresel uygulamalarını geliştirmek ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerini minimize etmek için önemli adımlar atmaktadır. Türkiye’de bu kapsamda, 2019 yılında “Sıfır Atık Yönetmeliği” yayımlanarak, kademeli olarak tüm kurum ve kuruluşların 31 Aralık 2022 tarihine kadar, “Sıfır Atık Yönetim Sistemi” (SAYS)’ni oluşturmaları, belgelendirmeleri ve uygulamaya geçmeleri gerektiği bildirilmiştir. 100 yatak ve üzeri sağlık kuruluşlarının bu sürece geçişi tamamlamaları için verilen süre ise 31 Aralık 2020’dir. İsrafı önlemeye yönelik tam bir sistem yaklaşımı olan “Sıfır Atık”, geri dönüşüm ve yeniden kullanım yoluyla, atıkların oluşumunu kontrol altına alır; atıkların azaltılması için üretim ve/veya hizmet sistemlerinin yeniden yapılandırılmasına ve iyileştirilmesine odaklanır. Sıfır Atık Yönetmeliğinin yayımlandığı yıl ile birlikte, küresel düzeyde ilk COVID-19 vakalarının görülmesi nedeniyle, sağlık kurum ve kuruluşları salgınla mücadelede önemli sorumluluklar üstlenmiştir. Bu nedenle, sağlık kuruluşlarının büyük çoğunluğu SAYS’a geçişlerini pandemi sürecinde tamamlamak zorunda kalmıştır. Hastane yönetiminin, hastane personeli başta olmak üzere, hasta ve yakınlarını da kapsayarak atığı önleme, azaltma ve geri dönüştürülmesine yardımcı olacak SAYS’ı uygulaması gereklidir. Bu sistemin devamlılığının sağlanması için SAYS politikalarının oluşturulması, uygulamaların sürekli yerinde kontrol edilerek “Düzeltici Önleyici Faaliyetlerin-DÖF” oluşturulması önemlidir. SAYS’ın etkinliği, öncelikle atığın oluşumunun önlenmesi ile sağlanacaktır. Ayrıca atık oluşumunun azaltılması, geri dönüştürülmesi ve geri kazanım çabalarının başarısı da bu süreçte önemli rol oynayacaktır. Atığın, birim bazında cinsine ve miktarına göre anında sisteme işlenmesi, takip edilmesi, geçmiş yıllara ait veriler ile karşılaştırılması ve olağandışı atık hareketlerinin sorgulanması, SAYS politikalarının etkinliğini artıracaktır. Bu çalışmanın amacı, sağlık kurumlarında, henüz uygulama aşamasında olan SAYS’ın, daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacak kavram ve modellerle birlikte, sağlık personelinin bu konudaki farkındalığını artırmak, sürdürülebilirliği sağlayarak sunulan sağlık hizmetinin kalitesini geliştirmeye yönelik sağlık yöneticilerine öneriler sunmaktır. |